arama

Cumartesi, Ağustos 19, 2006

Yaz Yazıları 3: 1 YKr. (Yeni Kuruş)

Az önce Adana'nın daha önceki bir yazımda da saygıyla övdüğüm sıcağının en şiddetli zamanında, öğlen saat 12 sularında, annemin verdiği çok zorlu bir alışveriş görevini yerini getirmeye çalışırken "hazzetmediğim şirketler listesi"nde özel bir yeri olan BİM A.Ş.'nin bir marketinde daha önce pek çok mekanda daha yaşanmış olan bir olay tekrarlandı: Alışverişimin sonucunda bana verilen para üzerinde istemiyeceğim düşünülerek bana 1 YKr. veilmemişti. Tabi alışık olduğumuz bir durum olduğu için sinirlenmeden "1 YKr.niz yok mu" diye sordum. Varmış. Sağolsun kasadaki bayanlar fazla diklenmeden verdiler. Ben de üstelemedim. Sonuçta biliyorum ki onların bir suçu yok. Ama ortada bir sorun olduğu da kesin.

2,7 gram ağırlığında sarı sarı parlayan sevimli parayı insanların neden sevmediğini bir türlü anlayamadım daha. Hâlbuki kuruşun tekrar hayatımıza gireceğini öğrendiğimizde ne kadar da heyecanlanmıştık. Eski bir dosta yeniden kavuşmanın verdiği heyecanla birlikte, kuvvetli ekonomilerde bozuk para dolaşımının fazla olması bilgisi de kulağımıza çalınınca, "kuvvetli ekonomi sahibi olma heyecanı" da sarmıştı bizi ve biz de hemen mahalle başındaki terzimize koşup, bozuk para cebi diktirdik pantolonumuza. Ama sonra ne oldu? Biz eski dostumuz kuruşla sevişeceğimizi sanarken onu başka bir birle aldatmaya karar verdik: 1 YTl. Cebimizdeki bozuk paralardan bir sayılı olanın kuruş değil de lira olmasına karar verdik. Belki de haklıydı. Sonuçta kendi üzerimize de fazla gelememeliyiz. Biz mi fiyat etiketlerini koyuyoruz? Kullanılmayan parayı neden üzerimizde taşıyalım? Bu çizigideki "eleştirel" soruların sayısı kolayca arttırılabilir. Ama artırmaya ne gerek var değil mi? Ben burada küçüklükleri korumaktani onların güzel ve şirinliğinden bahsederken, oradaki kaba görünümlü "yığını" arttırmaya hiç gerek yok. Sonuçta bu yazıyı okumaya tenezzül eden herkes iyi kötü bu durumun sebebi hakkında bir fikir sahibidir. Belki kendine göre çözüm önerisi de vardır. Mesela benim var; ama sizle paylaşmayacağım. Çünkü bu yazı bir problem çözme yazısı değil aksine, sıkıntıdan nakşedilmiş bir özlem, hatırlatma ve hatta paylaşım yazısıdır.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

yazım tarihi: 19.08.2006

Cuma, Ağustos 18, 2006

Yaz Yazıları 2: Gezgin Kitap (Bookcrossing)

Bu bereketli günde aylardır kafamda olan yazıları yazayım da arşivimiz kabarık görünsün. Onun dışında aslında kendimi biraz da mahcup hissediyorum. Tabi ki bu okuyucuma yönelik bir mahcubiyet değil. Sonuçta bu sayfayı okuyan, her zaman bahsettiğim bir iki kişi beni iyi kötü tanır. Benim ne kadar savsakçı bir adam olduğumu da gayet iyi bilirler. Benim buraya muntazaman yazı yazmayacağımın da farkındadırlar. Bu noktada benim duyduğum mahcubiyet , kendime. Bu sefer de onların yüzeliri kara çıkartamadım diye.
Neyse bu iç hesaplaşmayı atlayayıp, konumuza gelelim: Gezgin Kitap. Ben bu hadiseyi ilk kez aylar önce, bu site daha yayın hayatına başlamadan, çok sevdiğim televizyon programcısını Sevim Gözay'ın takip etmediğim (takip etsem de seveceğimi pek tahmin etmediğim) Cosmopolis adlı programındaki bir söyleşisinde duymuştum. Burada yazılar yazmaya başladığımdan beri de öncelikle Sevim Gözay hakkında, sonra da Gezgin Kitap ile ilgili yazılar yazma niyetindeydim.(*) Tabi sonra gerek benim savsaklamam gerekse olayn popülaritesinin istemediğim bir boyutta artmasıyla yapmacık olma korkumdan dolayı hep ileri tarihlere ertelendi yazı. Ama bir iki gün önce TRT'de gördüğüm bir reklamdan sonra artık bu yazının daha fazla ertelenemeyeceğini fark ettim. Hoş bu izlediğim reklam filminden sonra, hatta bu yazıya başlamadan önce yaptığım ufak araştırmata da bu konuyla ilgili herhangi bir şey bulamadım. İzlediğim reklamda İstanbul Deniz Otobüsü şirketi vapurlarına çok sayıda (10.000 diye hatırlıyorum) gezgin kitap koyacakmış. Bu noktada konuyla ilgili bilgisi olmayanların aklına gelen soru tabi ki "gezgin kitap nedir" sorusu. Şöyle özetleyelim.
Gezgin kitap adından da anlaşılabileceği üzere gezen kitaptır. Bu tanımı çok sinir bozucu olsa da yaptım çünkü bence bu ad ardından bu cümle gelebilisin diye uygun bulunmuş:) Gevezelik bir yana, sistem şöyle işliyor. Siz herhangi bir toplumsal alanda (park, okul, sinema, vapur, durak, vb. ) sahipsiz bir kitap buluyorsunuz. Bu kitap ilginizi çekerse (veya yalnız başınıza saat başında bir gelen bir otobüsü beklemek canınıza tak ettiğinde yanınızdaki kitap Metal Fırtına bile okumak zorunda kalabilirsiniz:) alıp okuyorsunuz. Sonra kitabı bitirdikten sonra başka bir yere aynı bulduğunuz şekilde, başıboş bir halde bırakıyorsunuz. Oradan da başka biri alıyor... Yumurta mı tavuktan, yoksa tavuk mu yumurtadan sorusuna gelince ise, herşey bireyden. Yani siz bir kitap alıp onun gezgin olmasına karar veriyorusunuz. Olay budur. Şimdi gitseniz kütüphanenizden başka insanların da okumasını isteyeceğiniz bir kitabınızı alıp içine, okuduktan sonra bulduğun gibi, sahipsiz bırakınız uyarısını yazdıktan sonra herhangi bir yere bıraksanız bu kitap gezgin oluyor. Tabi böyle bir hareketi tamamen bireysel yapmak da bir yerde düzensiz olur. İşte bu noktada Gezgin Kitap oluşumu devreye giriyor. www.gezginkitap.com adresinden ulaşılabilen bir internet sitesine sahip olan oluşum, gezgin yapmaya karar verdiğiniz her kitap için size bir "GK-ID" numarası veriyor. Bu numarayı kitabın içine, örneği sitede verilen etiketlerin üzerine yazıp, yapıştırdığınızda bu kitap sisteme kayıtlı bir gezgin kitap oluyor. Ve onu alanlar bu numara vasıtasıyla kitabın nerede olduğu ve kitap hakkındaki yorumları gibi bilgileri paylaşabiliyorlar. Şu an itibarıyla dönüşümde bulunan 206 kitap ve sistemin 875 kullanıcısı var.
Bu uygulama dünya çapındaki www.bookcrossing.com sitesinin Türkiye versiyonu. Bu sitedeki veriye göre şu anda dünyada dolaşan 2.5 milyon gezgün kitap varmış. Bu sayı göz önünde tutulunca biz daha yolun başlangıcındayız. Her hangi bir organizasyona (parti, zümre, şirket, vb.) bağlı olmayan bu bağımsız hareketi desteklemenin ve b uvesileyle insanlarla kitaplar gibi en güzel şeyleri paylaşmanın faydalı olacağı kanısındayım.

(*) Halen, Sevim Gözay ile ilgili yazı yazma niyetindeyim ama daha yeterince bilgi toplayamadım. Bu konuda çalışmalarımız devam etmektedir.

Yaz Yazıları 1: Haber Makinası

yazılış tarihi: 04.08.2006

Ben normal koşullar altında televizyon ile yakın alaka içinda yaşayan bir insanımdır. Küçüklüğümden beri hayatla ilgili en önemli etkinliklerimden biri televizyon seyretmek olmuştur. Devlet televiztonları TV1, TV2 ve TV3 (GAP Televizyonu)'de Susam Sokağı, yabancı diziler (ve "Bizimkiler") ve eğlence programlarını izleyerek başladığımız televizyon, özel kanallarla birlikte daha da renklenmişti ve televizyon izlemek bizim için vazgeçilmez bir etkinlik olmuştu. (Transformers, Tiny Toons, Animaniacs, Parlaiment Pazar Gecesi Sineması, Evli ve Çocuklu, ATV Ana Haber, Aileler Yarışıyor, Süper Baba, en nihayetinde İkinci Bahar ve şu anda hatrıma gelmeyen bir kaç yapım daha, özel televizyonların hayatıma kattığı güzel anılar olarak hep fikrimde yaşayacaklar.) Ancak sırası ile yatılı lise hayatı, üniversite yurdu ve televizyonsuz öğrenci evi beni son 5 yıldır televizyondan bir nebze olsun uzaklaştı. Şimdi yeni öğreci evimizde kocaman bir televizyonumuz da var ve ben bu sihirli alet ile yeniden televizyonu keşvetmeye başladım.
Tabi az önce belirttiğim televizyonla geçmiş zamandaki yakın alakam yaşımın, geleneksele yakın Türk Ailesi içindeki duruşuna bağlı olarak ancak gün içi ile sınırlı olmuştur. Liseye gelene kadar sadece bir kaç kere gece yarısına veya daha sonrasına kadar televizyon izlememe izin verilmişti. Bu sebep başı çekmesi ve sunucusunun saygısız kabul edilen tavırlarının toplumun geneli (büyüklerimiz) tarafından tasvif edilmemesi (onaylanmaması) ardıl sebebi tarafından desteklenmesi suretiyle önce Gece Kuşu ve daha sonra Televizyon Çocuğu programlarıyla akranlarım arasında büyük beğeni toplayan Okan Bayülgen'in programlarıyla televizyonla alakalı olduğumu iddia ettiğim dönemde tanışamamıştım. Hatta zaman ilerleyip onun açtığı yoldan ilerleyen Beyazıt Öztürk'ün de hemen hemen aynı saat aralığında yayınlanan programı X (X= , Rifle, Banvit, ...) Beyaz Show da çok meşhur olmuş olsa da ben o programla da tanışmamıştım. (Hatta hâlen o programı izlemişliğim yoktur.) Ancak ilerleyen zamanla birlikte Okan Bayülgen gerek oyunculuğu (Ağır Roman), gerekse başka kanallardan takip ettiğim eylemleriyle taktirimi kazanmıştı. İlk yayına başladıktan yıllar sonra programını seyretme olanağı bulduğumda önce stüdyoda bulunan ve telefonla bağlanan konuklarına hitabını ve tepkilerini yadırgayacak da olsam daha sonra bunu doğal karşılamaya başlayacaktım.
Gel gelelim bu birbiriyle alaklı gibi görünse de bütünlük taşımamasına özen gösterdiğim iki paragrafımın ortak noktasına: Haber Makinası.
Okan Bayülgen'in şu anda sürdürdüğü kişisel eğlence programından (ve ortak yapım şirketlerinden) ödünç aldığı Makina adını programın ilgi alanı olan Haber konusuyla birleştirilmesinden oluşan ismi dikkat çeken, Okan Bayülgen, Saba Tümer ve Hakkı Devrim'den oluşan kadrosuyla saygı uyandıran yapım benim şu aralar yeniden keşvettiğim televizyonda izlemekten en çok zevk aldığım program. Programlarını geç keşvetme olanağı bulduğum Okan Bayülgen'in ustalıkla yönettiği ve işlerini iyi yapan insanların katkıları ile yükselen; haber gibi, ülkemizde basın (gazete) döneminde çok iyi yapılmış olup şimdi medya (televizyon) döneminde kan kaybetmekte olan, zaruri bir başlığı inceleyen yapım ilk izlediğimden bu yana kendini seyrettirmek için her seferinde yeni nedenler de sunuyor önüme. Özellikle her program için itina ile seçilmiş konukları bu nedenlerin en önemlilerinden bir kaçını oluşturuyorlar. Tabi benim programı izlememdeki asıl amacım, kolaylıkla tahmin edebileceğiniz üzere, "Ömrünüze Bereket" bölümünden dilimizin kullanımıyla ilgili kesin ve doğru bilgiler elde etmektir.
Sonuç olarak bana bu sıcak yaz günlerinde, bu sayfda için uzun sayılabilecek bu yazıyı yazdıran programın seyre değer olduğuna emin olabilirsiniz.
Adana'dan sevgiler anacım:)

Türkiye'de... sıcak=adana

Dün aldığım duyumlara göre Adana'da bu hafta içinde hissedilen sıcaklık gölgede 45, güneş altında 60 dereceyi aşmış. Anlayacağınız haşlanıyoruz anacım. Yapay iklimlendiricilerden hazzetmediği için bu zor şartlar altında yaşam mücadelesini vermeye çalışan bendeniz ise artık beyninin sulanması tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ya da bu korkulan olay gerçekleşmiştir. Ya da Dark Side of the Force is a pathwaydir some unnatural olarak consider edilebilecek abbilitylere. Olmadı Dark Side of the Moon bir müzik aletidir. Hiç olmadı V vardır, Evey vardır bizi korurlar. Ya da korumazlar mı? Peki onlar korumazsa kimler korurlar? Ya adam bize "No, no, NO! You will die" derse çok alakasız bir yerde. Allahtan yanımızda "What have I done" diyecek bir Anakin yok. Ya da olsa daha mı iyi olurdu. Hadi onları geçtim Naruto da eğitiminde yardırıyor. Biz burada yerimizde sayıyoruz. Geçen evcenek de düşünündük ama acaba LOST'daki uçakta olmak istermiydik. Yok canım daha neler. O adaya düşecen de... Tropik adada bir avuç adam. Hem yalnız, hem de sıcak; hiç çekilmez:)

Dipnot: Ama Moulin Rouge'un Roxanne tangosu sahnesinde figüran olmak isterdim, şaka maka.