arama

Cuma, Temmuz 31, 2009

Benim hikayem (!)

Elimden geldiğince, ayda en az bir yazı yazmaya çalışıyorum bu bloga. Temmuz ayı için de yazılabilecek bir kaç şey düşündüm ama üşengeçliğim her zamanki gibi ağır bastı. Aslında bu sefer üşengeçliğimin yanında bilgisayarımın nihayet ölmesi ve yeni bir eve taşınmamız gibi iki önemli sebep daha var yazılara bakamamamda ama -ilginç bir şekilde- bu sefer bahaneler ardına saklanmak istemiyorum.
Bu girişten sonra, bu ay yine de kayda değer bir şeyler paylaşabileceğimi düşündüğüm bir yazı sunacağımı belirterek devam etmek istiyorum. Bir yılı aşkın bir süre önce, mezuniyetimle aramda kalan son staj döneminde yazdığımı hatırladığım bu yazıyı, blogumun bir kaç okurundan en az biri daha önce görmüştü/okumuştu. Ona, o zaman belirttiğim üzere bu yazının bu blogda paylaşılması kaçınılmazdı ama yazılmasını gerektiren olayların hemen üzerine yayınlamayı ben pek uygun bulmamıştım. Ama artık zamanlamayla ilgili bir sorunum kalmadığını düşünüyorum. Kaldı ki varlığından bahsettiğim olayların yaşanmasında bir nebze etkisi olan blog okuruma da kendi tarzımda "görüşmek üzere" demek istiyorum.
Bundan sonrası 25.01.2008 tarihli "Özgüven kaybının, felaket olarak nitelendirilmesi hakkında bilgilendirici yazı" başlıklı yazımın hiç bir düzeltme yapılmadan sunumudur:
Bir gün, hayatımı roman şeklinde kurgulanmış bir hikaye seçkisi olarak yazmaya kalkarsam ilk hikayenin ne olacağı, nerede ve ne zaman geçmiş olacağı hakkında en ufak bir fikrim bile yok. Ama ortalama uzunlukta bir hayat yaşar isem, muhtemelen kitabın ilk yarısında yer alacak bir hikayeyi çok iyi biliyorum. Bu hikaye bundan tam bir yıl ve bir ay önce, üniversite hayatımı sürdürdüğüm şehrin, belli bir yerinde başladı. Bir dosta sarf edilmiş sözle dillendirilmiş bu başlangıçtan sonra bir yıl boyunca hikaye dahilinde herhangi bir, ilgi uyandırıcı gelişme yaşanmadı. Aradan geçen bir yıldan sonra, yani bir ay önce hikayemiz başladığı yerde, heyecan ve gerilim dolu bir bölüm yaşadı ve tekrar bölüm sonu yaptı. Bundan sonra hikayenin yeni bölümü gelecek mi, gelirse ne kadar bir aradan sonra, nasıl bir bölüm olacak şeklindeki konular üzerine söyleyecek en ufak bir sözüm bile yok. Ama bu hikayedeki bazı noktalar hakkında bir şeyler söyleyeceğim.
Hemen hemen bütün hikayelerde olduğu gibi, bu hikayenin içinden de sevgi geçer. Hatta merkezine çok yakın bir yerlerden geçer. Bazı hikaye anlatıcıları bu sevginin merkeze değdiğini ve hatta bazıları tam merkezden geçtiğini iddia etse de bu, çok şeyi değiştirmeyeceği için üzerinde fazlaca durulması gereken bir konu değildir. Kaldı ki bu kitapta, merkezinde aşk bulunan en azından bir tane hikaye bulunduğu halde, pek çokları arasında ön plana çıkan bu hikayenin başka özelliklerini incelememiz gerekliliği ortaya çıkar. (Tabi bu başka özelliklerin sevgiyle olan bağları da kurulacaktır.)
Bu noktada, hikayenin merkezine bu kadar yaklaşmışken, buradan devam etmek gayet akılcı olacaktır:
Hikayemizin merkezinde sorgu ve onun da içinde kuşku bulunmaktadır. Hikayemizdeki heyecanı sevgi yaratmış olsa da baskın duygu olan gerilimi merkezin de merkezine yerleşmiş olan kuşku yaratmaktadır. Peki insanı bu denli bir gerginliğe sürükleyecek olan kuşku ne kuşkusudur? Tabi bu sorunun cevabı basittir. En kötü kuşku varlığın hakkında düştüğün kuşkudur; insanın kendinden kuşkulanmasıdır.
Etkileyici ve basit, tekrarlanabilir olması için çok nitelikli olmadığını düşündüğüm bir şeklide açıkladığım kuşkuyu biraz daha açmam gerektiğini düşünebilirsiniz ve bu konuda yüksek ihtimalle haklısınızdır ama ben bundan daha önemli gördüğüm bir yerden, bu kuşkunun sebebinden devam etmek istiyorum. Bunun için, önce sorguya geri dönmeliyiz ve sorgunun tetikleyicisi olan sevgiyi görmeliyiz. Aslına bakılırsa sorgu kitaptaki diğer hikayelerde de kendine yeterince yer bulmuş, hayatımda büyük yer kaplayan bir eylemdir. Hayatı mantık temeline oturtmak adına en sık başvurduğum araçtır. Her daim kendisini ve çevresini sorgulayan biri olarak, sorgunun bu gergin sonuçları (=kuşku) doğurması çok sık görmediğim ama yabancı da olmadığım bir durumdu[r]. Ama burada şunu da belirtmek gerekir ki bu sorguların yarattıkları kuşkuların ilkinden, bahsedilen hikayedeki kuşkuya kadar yarattıkları gerilimler hep artmıştır. Hatta bir noktadan sonra işin içine yer yer korku da girmeye başlamıştır. Peki neredeyse bir rutin olarak değerlendirilebilecek sorgulamaların böyle yıkıcı etkiler yaratmasındaki mekanizma açıkça tanımlanmış mıydı? Bu soruya, hikayenin yaşandığı noktada verilecek cevap tam olarak bir evet sayılamazdı. Ama konu hakkında bazı fikirler vardı ortada. Mesela sorgunun özbenlik veya zaman (geçmiş, şimdiki ve özellikle gelecek) hakkında bazı hassas noktalardan başlatılması, korkutucu yerlere varabiliyordu. Kaldı ki bu hikayede de böyle bir durum söz konusuydu.
Sevgi benim için hep özel bir konu olmuştur. Adımdan olsa gerek bu konuyla çok ilgilenmişimdir. Çok gözlem yapmış, çok fikir yürütmüşümdür. Ama bu konu belirli bir zaman ve olaydan sonra, benim için gayet yıkıcı bir hal almıştır. (Umarım kitap bitmeden daha iyi bir hal alır.) Bu belirli zamandan sonra bu konudaki düşünce ve gözlemlerim, artan bir sıklıkla beni, sinirlendirmeye, üzmeye başladı. Hatta yer yer kendimden kuşkulanmaya bile başladım. Bu süreçte sevgi benim için çok hassas bir konu haline geldi. Bunun yanında, konu benim için çok hassaslaştığı gibi gündemimde de daha çok yer kaplamaya başladı. Bu süreçte sevginin kendisi ve sevginin benimle olan ilişkisi hakkında pek çok soruya cevap verebildiğime inanıyorum. Ama yapboz tamamlandıkça boşluklar belirginleşmeye, renkler geldikçe siyahlıklar ortaya çıkmaya başladı. Bu cevaplayamadığım sorular, bazı süreçler dahilinde, beni istemediğim yerlere götürecek geçitler haline geldiler. Tahmin edebileceğiniz üzere bu hikayede de bu geçitlerden birinden geçtim. (Şairin "elma"sı, benim lanetim.)
Tabi buraya kadar, bu görece uzun metni sabırla okuyan ve beni tanımayan kişiler bir sonucun yaklaştığını tahmin ederler. Ama ben pek tabi ki beni tanıyan insanları, yani sadık okuyucularımı şaşırtmayacağım ve bu hikaye hakkında anlatacaklarımı şimdilik, burada bırakacağım. Ama bunu yaparken de yeni okura saygı göstereceğim ve aradığı sonucun, anlatının kendisi olduğunu söyleyeceğim.
Not: Yeni okur daha fazla açıklam isterse, ona "Hikayedeki sevgi ögesinin üzerinden geçtiği önemli unsurlardan ikisi zeka ve bilgidir" der ve hemen ardından "Ben sadece bilgiyi verdim" diyerek noktayı koyarım.
Aradan geçen zamana bakınca insanlarda 20'li yaşlardan sonra değişim hızının azalmaya başladığına dair çıkarımların ne derece doğru olduğunu sorgulama isteği belirdi bende. Nottaki küstahlığı bir kenara bırakırsak yine de benden beklenecek eksende ilerliyor yazı ama bugün bu çizgide bir yazı yazsam şekil açısından çom farklı olur. Bu sonuca da yazıyı, kağıttan, bilgisayara çevirirken başını gördüğüm sözcükleri farklı şekillerde çekme ya da ilk bir kaç sözünü gördüğüm cümleleri farklı şekillerde kurma isteğimden yola çıkarak vardım.
Son olarak bu yazının hikaye konsepti üzerinden ilerlemiş olması da yazının yazıldığı sıralarda çekildiğini tahmin ettiğimiz bir klibin, yukarıda bahsi geçen blog okurum tarafından geçtiğimiz zaman içinde bizle paylaşıldığı göz önünde bulundurulunca, daha anlamlı hale geliyor.
Hepinize ve temmuz ayına dört milyon sevgi sözüyle veda ediyorum, buna katlandığınız için teşekkür ediyorum ve "yeni ayda bir yaz yazısıyla görüşebilmek dileğiye esen kalın" diyorum.