Pazar, Aralık 16, 2012

Kitaplıklar hakkında yazılması planlanan pek çok yazıdan birincisi

Ben kitaplığımda belli bir seriyi oluşturan eserleri genelde aşağıdaki gibi, soldan sağa büyüyen düzende sıralarım.



Ancak modern Türkçe gibi soldan sağa yazılan dillerde, aşağıdaki ambalajı açılmamış sette uygulandığı şekilde, sağdan sola büyüyen düzende sıralamak daha anlamlı sanırım.


Fakat bir kaç kez denediğim bu düzene ben bir türlü alışamıyorum.
Kedi.

Pazartesi, Kasım 05, 2012

Huzur

Bir zaman önce "insan, her şeyiyle, bulunduğu mekanda  ve zamanda ise huzurludur" şeklinde bir not düşmüştüm. Düşününce hala makul buluyorum bu önermemi. Belki söyleniş açısından 'her şeyiyle ifadesini tüm benliğiyle ile değiştirmekte fayda olabilir. İnsan, tüm benliğiyle, bulunduğu mekanda  ve zamanda ise huzurludur.

Bundan bağımsız olarak Ahmet Hamdi Tanpınar'ın okuduğum iki romanından -bütün hiciv gücüne rağmen Saatleri Ayarlama Enstitüsü'ndense- Huzur'u daha çok beğenmişimdir. Burada da sonuna rağmen şeklinde bir not düşmek istiyorum. Belki ikinci tur okumaların zamanı yaklaşıyordur.

Kedi.

Cumartesi, Ağustos 18, 2012

Masumiyet Müzesi ile ilgili küçük yazı

kaynak: http://merveergozblog.wordpress.com/
Dört gün önce (14.08.2012) bir iş için gittiğim İstanbul'da kısa bir zamanı da bir süredir kafamın bir yerinde olan kişisel bir iş için ayırabildim ve nihayet Masumiyet Müzesi'ni ziyaret ettim.
Müze ile ilgili iki küçük notum var:
  1. Adını ve içeriğini, aynı isimli romanın bölümlerinden alan vitrinlerin arasında gezerken, hatırladığınız, kafanıza takılan, merak ettiğiniz, vb. şeylere bakabilmeniz için müzenin çeşitli yerlerine çeşitli dillerde Masumiyet Müzesi baskıları mevcut idi.
  2. İlk maddenin devamı da sayılabilecek şekilde, ziyaretim sırada epey kalabalık sayılabilecek müzede, benim gibi bir iki kişi dışındaki büyük çoğunluk müzeyi, ellerinde çeşitli dillerde Masumiyet Müzesi romanları ile, vitrinlerin önünde durup daha önce işaretledikleri ya da o anda çağrışım yapan yerlere bakarak dolaşıyordu.
İki gözlem de beni mutlu etti.

Perşembe, Mayıs 31, 2012

Bir not

Masamın üzerine yapışık sarı renkli bir kağıda yazılı not şöyle:
"Roman okurken genelde kitap ayracı kullanmadığım için bazen daha önce okuduğum yerleri tekrar tekrar okumak durumunda kalırım."


Bunu şimdi tekrar yazsam, şöyle yazardım:
"Kitap okurken genelde ayraç kullanmam. Bunun için bazen, aynı metni tekrar tekrar okuyorum."

Cumartesi, Mayıs 05, 2012

Bizim Büyük Çaresizliğimiz

Aşağıdaki yazıyı geçtiğimiz yıl nisan ayında yazmışım. İçinden sıyrıldığını iddia ettiği draft kutusunda bir yılı aşkın süre beklemesine sebep olan düzeltmeleri veya eklentileri şu anda hatırlamadığım için daha fazla beklemesine gerek olmadığını düşünüyorum. Pek sevgili Soyadaş'ın da "Barış Bıçakçı'm geldi" dediği günlerde, yerinde olacağı kanaatindeyim.

Bu yazının, o kalabalık draft kutusundan sıyrılmasını sağlayan, üç gün önce tek başıma izlediğim "Bizim Büyük Çaresizliğimiz" isimli film. Aslında bu seyirden iki gün önce gitmediğim Peyk konserinin de biraz katkısı oldu bu duruma ama ben büyük ölçüde Bizim Büyük Çaresizliğimiz çevresinde konuşacağım.



Filmin, aynı adı paylaştığı bir kitabın uyarlaması olduğunu, duyurulmasından (ya da benim duyuşumdan*) sonra öğrendim. Filmin gösterime girmesinden bir gün sonra da (benim seyretmemden iki gün önce) bu kitabı aldım. Ama filmi seyredinceye kadar okumadım. Önce filmden haberdar olduğum için onu seyretmeden kitabı okumak, -neyi veya kimi hala bilmiyorum ama- bir tür kandırma eylemi olacakmış gibi hissettim. Kandırma korkusu ortadan kalkınca ise bir an önce bitirmek için kitaba sarıldım. Şimdi de ikisi ile de ilintili söyleyecek bir çift sözüm olduğu durumda, bu sözleri paylaşmak için klavyenin başındayım. Sırası ile gitmek gerekirse önce film.

Yukarıda da belirttiğim üzere uzun bir aradan sonra ilk kez bir sinema salonunda tek başıma film izledim. Bilet alırken salonda tek olacağını gördüğü son seans filmine girecek herkes sinema çalışanlarının sizin yüzünüzden erken vardiya şansını kaçırmaları ihtimali ile yüzleşir mi bilmiyorum. Ama bu yüzleşme bende hafif bir sıkıntı yarattı. Bu da seyir süresince filmin kahramanı olan karakterlerde kendim(iz)e benzer şeyler gördükçe hissettiğim kesintisiz sıkıntının başlangıç noktası oldu. Tabi bunu "adam tam beni anlatmış" gibi bir kaygı ile söylemiyorum. Ben, hayatlarını birbirlerinin varlığıyla tamamlayan iki adamın hikayesini -isteğim bu olmadığı halde- tek başıma izlemek durumunda kalan bir kişiydim. Bu benim hikayem değildi. Ama sonuçta, toplum normlarına uymayan adamların hikayesiydi, burada da etkileşim başlıyordu.

Ben burada film ve -daha sonra- kitap hakkında bir eleştiri yazısı yazmaya çalışmıyorum. Onları incelemek gibi bir kaygım da yok. Peşin bir şekilde ikisini de çok beğendiğimi söyleyebilirim. Sağda, solda ikisi hakkında da çok kalabalık olmayan yorumlar da yapacağım. Ama burada daha çok, bu filmin ya da kitabın varlıklarının bende bıraktıkları etkiden bahsetmeye çalışıyorum. Bir örnekle açıklamak gerekirse, filmle ilgili bölümde üzerinde durmak istediğim en önemli durum bu filmi tek başıma seyretmiş olmam. Ki bence bu ve etkisi filmi içeriğinden de bağımsız değil.** Hatta buradan da devam edebiliriz.

Tek başına sinemaya gitmekle ilgili olarak beni etkileyen kabaca iki başlık var. Birincisi, daha orta okuldayken çok sık ve gayet istekli biçimde tek başıma sinemaya giden birinin yıllar sonra tekrarlanan bu durumu yadırgaması. İkincisi de bu durumun bir zorunluluk olarak karşıma çıkması. Bu iki başlıktan birincisi hakkında söylenebilecek ne kadar söz var bilmiyorum. Şansımı illa denemek zorunda kalırsam bunun için başka bir yazı yazarım herhalde. Ama ikinci başlıktan devam edebilirim. Her şeyin başından, bu devamın başlangıcı kolay olacak. Çünkü geçtiğimiz 7 senenin 5inde bana bu tür kültür-sanat etkinliklerinde eşlik eden okyanusun ötesindeki sevgili dostumun bu filmi izlemem için bir telkini olmuşu.


Hasan burada olsaydı. Peyk konserine giderdik. Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i birlikte izlerdik.

Gürkan burada olsaydı. Peyk konserine giderdik. Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i birlikte izlerdik.
Caner burada olsaydı. Peyk konserine gidebilirdik. Bizim Büyük Çaresiliğimiz'i birlikte izleyebilirdik.


Kitabın ismini burada, affınıza sığınarak, Georges Perec'den çalacağım bir alt başlıkla tekrar yazacağım. Bizim Büyük Çaresizliğimiz ya da Bir Gençlik Hikayesi. Başlığı bu şekilde yazarak kitap hakkında haddim olmayacak şekilde atıp tutmak, ukalalık yapmak niyetinde olduğum sanılmasın. Kitabı okuduğumda kafamda oluşturduğu görüntünün, bu başlıkla güzel bir şekilde açıklandığını düşünüyorum. Bunun dışında kitapla ilgili sadece şunu söylemek isterim ki; benim için -bazıları fazlasıyla etkileyici olan- güzel önermeleri, sade bir dil ve akıcı bir bütünlük içinde sunabilen, başarılı bir kitaptı.


Adamlar olmaları gereken yerdeler. Galiba ben de olmam gereken yerdeyim. Ortada bir sorun yok ama yazı var. İlginçlikler oluyor bazen.


*Önce "duymamdan" yazdım. Sonra şimdi okuduğunuz hala çevirdim. Ama kelime ve/veya çekim tercihim beni tatmin etmedi. Önerisi olan varsa, duymak isterim.

19 Ocak 2016 tarihinde güncellendi.
**(güncelleme notu) Aradan yıllar geçtikten sonra bile filmle ilgili arada aklıma gelen şeylerden biri de o salonda yalnız olmam.

Pazartesi, Mart 12, 2012

İştar Kapısı Kabartmaları

Bunda beni çeken, tarif edemeyeceğim bir şey vardı. Koşuşturma ortasında da olsa, dünya gözüyle gördüm; daha rahatım sanırım.

(kaynak: tr.wikipedia.org)

Pazartesi, Ocak 02, 2012

Bu sefer de sinemada bir amca

17:30'da sandığım 17:10 seansına gitmek için 17:10'da bilet sırasına girdim. Sinemanın çalışan iki gişesinde de GençTurkcell kampanyasından yararlanmaya çalışan gençler vardı. Ben de elimdeki tavuklu burger ile sırada ilginç bir görüntü oluşturuyordum. Bu sırada hemen ardımdan bir amca geldi. 60 yaşlarını aşkın olduğunu tahmin ettiğim, sıradan giyimli bir adamdı. Hatta böyle bir sınıflandırma yapılabilir mi çok emin olmamakla birlikte esnaf giyimli diye de tarif edebilirim amcayı. Acele ile Bir Zamanlar Anadolu'da filminin ek seans saatlerini duyuran kağıdı gösterdi ve "beşi on geçe değil miydi" diyerek seansı sordu. Görünüşü, acelesi ve gitmek istediği film ile artık -en azından benim için- sırada benden daha ilginç bir görüntüye dönüşen kişiye ağzım yarı dolu olduğu halde "onlar ek seans saatleri" demeye çalıştım. Kısmen başarılı da olmuş olmalıyım ki amca biraz sakinleşir gibi oldu. Tam o anda yandaki gişeyi meşgul eden GençTurkcell insanları ayrılınca hızlıca o gişeye yöneldi. Ben kendi gençlerimin işlerini bitirmelerini bekledim. O sırada biletini almaya çalışan amca, hangi filmi izlemek istedigini soran gişe görevlisine "bu film gösterimdeyken, hangi filme gidilebilir ki" dercesine anlayamayarak baktıktan sonra acele ile filmin adını söyledi. Sırada beklerken, kendi seyredeceğinden başka bir film için bilet almaya çalışan gençlere de benzer bir şekilde baktığını anımsar gibiyim.

Biletlerimizi farklı gişelerden aldıktan sonra sinema binasına birlikte girdik. Hala aceleciydi. Ne tarafa gideceğini çıkartmaya çalışırken, salonu işaret ettim. Salon görevlisini görünce, gişe görevlisine belirttiği şekilde "gözlerinin iyi görmediğini, önden izleyeceğini" söyledi, görevlinin gösterdiği, kapıya yakın koltuklardan bir tanesine oturdu ve filmi izlemeye hazır, bekledi.

Esasen amcanın hikayesi benim için bu kadar olmali. Ama yaşı, giyim tarzı, ilgisi ve telaşı bir araya geldiğinde, benim o salonda görmeyi beklediğim modellerden hiç birine oturmuyordu. Amca sıradanlığının getirdiği sıra dışı görüntüsü ile filmini izledi ve girdiği gibi hızlıca salondan çıktı. Ben de peşi sıra çıktım salondan. Meşrutiyet caddesinin köşesine geldiğimizde alışık olmadığım bir hamle yaptım ve amcaya filmi nasıl bulduğunu sordum.

"Çok tabii bir filmdi" dedi. Diğer pek çok film gibi "güzel ambalaj kağıdına sarılmış olmadığı" gibi bir şeyler söylediğini de anımsıyorum. Salonu erken terk edenler hakkında soru sorduğumda da bunu, gidenlerin büyük olasılıkla güzel boyanmış bir film izleme beklentisi ile sinemaya gelmiş olmalarına bağladı ve yine filmin çok tabii olduğunu belirtti. İkinci sefer aynı cümleyi kurduktan sonra, yorumunu desteklemek için otopsi sahnesinde doktorun yanağına sıçrayan kan damlasını örnek gösterdi. 

Meşrutiyet caddesinin sonuna varmadan amca otobüsünü beklemek için durağına ayrıldı, ben de karşıya geçip metro istasyonuna doğru ilerledim.

not 29.09.2011 tarihinde alınmış