arama

Perşembe, Şubat 12, 2015

Podcast

9 sene kadar önce burada podcast nedir minvalinde bir yazı yazmıştım. Yazının sonunda da konuyla ilgili gelişmeleri paylaşacağımı söylemiştim. Hemen ardından da o sırada takip ettiğim podcastleri yine burada listelemiştim. O günden bu yana konu ile ilgili herhangi bir güncelleme yapmadım. Aradan geçen sürede iTunes kullanma alışkanlığımda ciddi bir gerileme oldu. Ancak hala podcast dinliyorum. Hatta görece sık koşma fırsatı bulduğum son iki yılda podcast dinleme süremde ciddi bir artış olduğunu da söyleyebiliriz. Bu bilgilerin ışığında şu aralar ilgimi çeken, takip ettiğim podcastlerden bir kısmını listelemek niyetindeyim. Buyurun:


Hello Internet: CGP Grey ile youtube kariyerinin de başlangıcı olan o meşhur Birleşik Krallığı videosu sayesinde tanıştım. Bu videonun üzerinden bir kaç yıl geçtikten sonra, kendi gibi youtube üzerinden eğitici videolar yayınlayan Brady Haran ile bir podcast yapmaya başladılar. İki arkadaşın karşılıklı sohbeti şeklinde kaydettikleri podcastleri o günden bu yana, dinlemekten en çok keyif aldığım şeyler listesinde sağlam bir yere sahip. Programda, youtube problemlerinden dil eğitimi gerekliliğine, copyrighttan Hobbit'e, fontlardan kelime önerilerine, hemen her şeyden bahsediyorlar. Hatta görece düzenli bir uçak kazaları köşesi bile var. 10 bölümlük bir deneme sezonu olarak başlayan podcast geçtiğimiz hafta 3. sezonunu bitirdi. Umarım yeni sezonlar ile devam edecek.

Hardtalk: İlk zamanlardan beri podcast klasörümde önemli bir yeri BBC yayınları kaplıyor. Bunlar arasından ön plana gelen ise kesinlikle Hardtalk. Program, tek sunucu, tek konuk, soru&cevap şeklinde bir formata sahip. Programda genelde tartışmalı konularda, konukları zorlayan sorulara ısrarcı bir şekilde cevap aranıyor. Sorulan soruların kalitesi ve konuklar hakkında yapılan ön araştırmaların derinliği genellikle beni etkiliyor. Doğup büyüdüğüm ülkede pek alışılmadık bir konsept olduğunu düşündüğüm için de olabilir tabii bu.

Intelligence Squared: Münazara ve tartışma podcasti. Aynı isimde düzenlenen etkinliklerin kayıtlarından hazırlanıyor. İngiltere menşeli programın oturumları Amerika'da, Hong Kong'da, Avustralya'da, Yunanistan'da ve Şili'de de düzenleniyor. Her hafta cuma günü yeni bir bölüm yayınlıyorlar. Tartışmanın insanın geliştirdiği en önemli iletişim kanalı olduğunu düşünen biri olarak, programı beğeni ile takip ediyorum.

Intelligence Squared US: Intelligence Squared'in Amerikan edisyonu. NPR tarafından yayınlanıyor. Orijinal programdan farklı olarak sadece Oxford sitili münazaralara yer veriyor. Diğer türlerdeki entelektüel tartışma ve konuşmalar programda yer almıyor. Orijinal programda da münazaraları daha çok beğendiğim için benim için tercih edilebilecek bir durum bu.

Koşturmaca: Listedeki iki adet yerli podcastten daha düzenli olanı. Program, adının da işaret ettiği üzere, koşu ve ilgili sporlardan (triatlon, vb.) bahsediyor. Kısa mesafe, sprint tarzı koşular dışında hemen her tür koşudan bahsediliyor programda, maraton, ultra-maraton, uzun mesafe arazi koşuları, vs. İki kişinin sohbeti şeklinden hazırlanan programın sunucuları Mert Derman ve Ilgaz Kuruyazıcı'nın kişisel bloglarının da bağlantılarını burada paylaşmış olayım.

Bisiklet Sporu: Listedeki iki yerli podcast de spor odaklı yayınlar. Zaten birini diğerinden duymuştum ama hangisi hangisindendi tam hatırlamıyorum. Bisiklet Sporu'nu Koşturmaca'da duymuş olma olasılığım yüksek. Bisiklet Sporu da Koşturmaca gibi iki kişinin sohbeti şeklinde bir sunuma sahip. Yol bisikleti ve yarışlarına olan ilgi memlekette son yıllarda hızla artıyor. Artan ilgiyi karşılayacak kaynaklardan biri de bence bu podcast idi. Umarım bir ara yeni bir bölüm yayınlarlar. O zamana kadar, dinlemek isteyenler için kaydedilmiş 33 bölüm mevcut.

Nobel Prize Talks: Nobel ödülü kazanmış insanlarla yapılan mülakatların yayınlandığı resmi podcast dizisi. Her biri kendi alanında verilen en saygın ödül ile mükafatlandırılmış farklı disiplinlerden konukların, ödül almalarını sağlayan başarılarından bahsetmelerini dinlemek, genel olarak bakış açıları hakkında kısmi bilgi sahibi olmak ve kişisel tarihleri hakkında bir şeyler öğrenmek benim açımdan keyif verici bir etkinlik. Podcastin tek olumsuz yönü, düzensiz yayınlanması.

Nature Podcast: En köklü ve saygın bilimsel dergilerden Nature'nin "popüler bilim podcasti nasıl yapılır" sorusuna cevap verircesine hazırlayıp yayınladığı seri. Her hafta bilim-teknoloji haberlerinden başlıklar, derlemeler ve ilgili konularda uzmanlarla yapılan mülakatlar ile zengin bir içerik sağlıyor. Bunun yanında çeşitli farklı köşeler ile ilgiyi canlı tutması da başarılı. Extras başlığı altında toplanan bu köşelerden Futures her ay bir kısa bilim kurgu hikayesinin okunduğu bir bölüm. Backchat ise program editörlerinin yuvarlak masa sohbeti şeklinde çeşitli başlıkları tartışmalarını içeriyor.

99% Invisible: Podcast dünyasının bu çok meşhur üyesinden, bir yıl kadar önce Kaki King'in bir tweeti sayesinde haberdar olmuştum. Ondan sonra bölümlerini ara ara dinledim. Böyle bir yazı yazma fikri aklıma gelince "bir iki podcaste daha bakayım bari" arayışında düzenli olarak takip etmeye başladım. Tasarım odaklı, ilgi çekici içerikler üreten haftalık bir program. PRX (Public Radio Exchange) adlı bir platform tarafından yayınlanıyor. Bu platformun hikaye bazlı çeşitli radyo programlarını derlediği Radiotopia isimli bir oluşumu oldu yakın zamanda. 99% Invisible'ın da yer aldığı bu listedeki diğer yayınları daha dinleme fırsatı bulamadım ama ilgilenmeye değebilir.

Serial: Podcast dünyasının süper starı. Yakın zaman önce Hasan bahsedince haberdar oldum kendisinden. O günden bu yana podcast ile ilgili baktığım hemen her yerde gördüm kendisini. Bir hikayenin haftadan haftaya anlatılması şeklinde devam eden bir podcast. Dizi şeklinde olması ile pek çok podcastten ayrılıyor. Bir başka PRX programı olan This American Life'ın yapımcılarından Sarah Koenig tarafından hazırlanan programın ilk sezonu, 15 yıl önce gerçekleşmiş bir cinayetin tekrar gözden geçirilmesi şeklinde özetlenebilir. Hikaye anlatımı, sanık ve tanık ifadelerinin üzerinden gitmek, yeni kanıtlar bulmaya çalışmak, ilgili kişilerle tekrar görüşmek, vb. pek çok öge ile sürükleyiciliğini sağlıyor. Serinin, bahsettiğim olayı anlatan ilk sezonu bitti. Yapılan bir destek kampanyası ile başka bir hikayenin anlatılacağı ikinci sezonunu da garantilendi. Serial ilgi çekici bir podcast ve dinlerseniz yorumlarınızı duymak isterim. İkinci sezonu gelene kadar da buradan aldığım hız ile This American Life'a da bakacağım sanırım.

Benden şimdilik bu kadar. Sizin de takip ettiğiniz, ilginizi çeken podcastler var ise duymak isterim.

Not: Spotify'a podcast gelmesini heyecanla bekliyorum.kedi

Pazar, Şubat 01, 2015

The Hobbit: The Battle of the Five Armies ya da Peter Jackson Sineması Üzerine

Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) 2014 yılının en iyi yabancı filmleri adında 20 filmden oluşan bir liste yayınlamış. Bu listede başlıkta adı geçen film 20. sıradan kendisine yer bulmuş. Sinema kültürü, görgüsü pek gelişkin olmayan, işin tekniğinden bihaber bir seyirciyim. Ancak 2014'te seyrettiğim açık ara en kötü yapımın bu listede yer almasını çok garipsedim. Benim bu film özelinden başlayarak Peter Jackson'un Orta Dünya macerası ile ilgili görüşlerim şöyledir:

Öncesinde birkaç not:
  1. Peter Jackson'un The Lord of the Rings serisini beğenmedim. Tüm filmleri birer kez sinemada seyrettim. Sonra birer kez de "extended edition"larını seyrettim. Bir daha da yüzlerine bakmadım.
  2. Sinemada film seyretmeyi severim. Ayrıca ev sineması kavramını hâlâ pek oturtamadığım için sevmenin dışında, bir film izleme yöntemi olarak tercih de ederim. Sinemada izlemeyi tercih ettiğim film türlerinden birisi de efekt yoğun büyük yapımlardır. Kitaplarına bir yakınlığım olmasaydı bile bu iki seri (Hobbit, LOTR) benim için yine de ilgi çekici olacaktı.
  3. Son cümlede de değindiğim üzere dört kitap ile de bir yakınlığım var. Roman okuma mazimde önemli yerleri vardır. Her ne kadar Hobbit'i pek hatırlamasam da kitapları hâlâ elime alıp kurcalama alışkanlığım da var denilebilir.
Bu girizgahın ardından, sonuncusu başta olmak üzere filmlere dönecek olursak, The Hobbit serisinin (beğenmediğim) The Lord of the Rings serisini mumla arattığını düşündüğümü söyleyerek söze başlamalıyım. The Hobbit serisinin son filmine de bundan önceki beş filmde olduğu gibi, vizyona girdiği akşam gittim. Bundan önceki üç filmde olduğu gibi, büyük ölçüde görev bilinci ile yaptım bu işi. Ve son iki filmin üzerine, herhangi bir beklenti içinde olmadan gittim sinemaya. Buna rağmen filmi utanç verici seviyede kötü buldum. Sinema salonunda pek çok sahnede "artık bu kadar da olamaz" söylemime kahkahalarım eşlik etti. Çıkışından itibaren yaptığım yorumlarda da bu çizgide, filmi, bir komedi filmi olarak adlandırdım. Şimdi bu son film özelinden başlayarak rahatsızlığımı dile getirmek istiyorum.

Kitap uyarlaması olan filmlerin, kitap metinlerine sadık kalmamasını tercih eden biri değilimdir. Teknik zorluklardan doğan engelleri aşmak için yapılan ya da sinema anlatımına daha uygun hale getirmek için yapılan değişiklikleri pek tabii ki makul karşılıyorum. Ama bunların ötesindeki değişiklikleri büyük cesaret ve beceri gerektiren bir alan olarak görüyorum. Bu alanda çok başarılı örnekler olduğunun farkındayım. Ancak bu riskin hakkını vermeden, keyfi değişiklikler yapıp, kitabın kendi anlatısı ile çelişilmesi durumuna karşı pek toleranslı değilimdir. Yeri geldiğinde bahsedeceğim üzere The Lord of the Rings serisi ile yaşadığım sorunun temelinde bu durum var. Ama The Hobbit için aynısını söyleyemeyeceğim. Bu serinin filmleri kitaba sadık kalma konusundan bağımsız olarak epey kötüler ve son film çıtayı daha da aşağıya çekmeyi zor da olsa başarıyor.

Film serisinin genelinde gördüğüm ciddiyet seviyesini oturtamama sorunu bu filmde daha da ön plana çıkıyor. Romanın kendisi bütün Orta Dünya literatürünün ilk eseri olması ve içinde Yüzüklerin Efendisi hikâyesinin anahtar olayını barındırması nedeniyle ciddiyetle karşılansa da daha masalsı bir kurgu ve anlatıma sahiptir. Bu durumun tezahürü olarak düşündüğüm, önceki seriye göre daha karikatürize duran cüce görselleri ile ilk karşılaştığımda mutlu olmuştum. Ama filmleri izlemeye başladıktan sonra bu konuda bir tutarlılığın yakalanmadığını gördüm. Bu filmde de bir yandan savaş, gerilim, aşk, vb. unsurlarla çok ciddi bir üslup yakalanmaya çalışılırken, bir yandan da yıkılan köprüde düşen taşlarda hoplayıp, zıplayan bir karakter ile çizgi filmlerden fizik dersi alıyor ve surları kafası ile delen trol bir sonraki karede kafasından kuşlar uçacakmışçasına karikatürize bir şekilde devriliyor.

Ben bu sürüncemede kalma durumunu yönetmenin neyi, niye anlattığına dair bir fikri olmamasına bağlıyorum. Bu iddia kimilerine göre çok abartılı ve ağır olabilir ancak klasik hikâye formunda geliştirilen bir anlatımın sonunun bu derece açık bırakılmasını başka türlü açıklayamıyorum. İlk iki filmde (ki bu yaklaşık altı saatlik bir süreye denk geliyor) yarattığı gerilimi (kendince epik) bir savaş sahnesi ile çözümlemeye çalışan yönetmen, savaşın sonunda ne olduğuna dair tek bir söz söyleme ihtiyacı bile hissetmemiş. Bu bence makul karşılanabilecek bir durum değil.

The Lord of the Rings serisini seyrettikten sonra Peter Jackson'un kötü bir hikâye anlatıcısı olduğuna kanaat getirmiştim. Ama The Hobbit'te kötü dahi olsa bir hikâye anlatımı yok. Bunun yerine gişede sonuç getireceği düşünülen ögelerin herhangi bir düzen gözetmeksizin bir araya getirildiği bir yığın var. Bu ögeleri örneklemek gerekirse:
  • Etkileyici görsel unsurlar: Tolkien eserleri bu açıdan çok zengin eserlerdir. Sadece Alan Lee'nin çizimleri bile bunu göstermek için yeterlidir kanımca. Yüzüklerin Efendisi serisinin uyarlamalarının bu kadar çok seyirciye hitap etmesinde bu görsel zenginliğin payı yadsınamaz. Ama bu sefer, bu içerik bile yönetmene yetmemiş ki sadece görsellik uyguna ilginç eklemeler yapabilmiş. Mesela serinin ilk filminde gün ışığında taşa dönüşmeleri ile ilgili bir kurgu kullandığı trolleri savaş sahnelerinde gün ışığında saldırtmaktan çekinmemiş. Veya bir önceki film serisinde ciddi bir gerilim ögesi olarak kullanacağı dokuzların yenildiği bir dövüş sahnesi çekmekten de çekinmemiş. Ya da sadece bir karede kullanmak için dev toprak kurtları yaratmakta beyis görmemiş. Öyle ki bu dev solucanlardan daha önce bahsedilmediği gibi, ortaya çıktıktan sonra ne yaptıklarına dair en ufak bir ipucu yok. Sadece etkileyici bir kare yaratabilmek için dev, tanrısal yaratıklar ekle ve sonra bunları hikâyede unut.
  • Meşhur yüzler: Martin Freeman bence Bilbo karakteri için çok doğru bir seçim. Ama anladığım kadarıyla, oyunculuğundan öte son dönemde yakaladığı şöhret için Benedict Cumberbatch ile paket olarak dahil edilmiş kadroya. Kendisinden bu derece az yararlanılmasını başka türlü açıklayamıyorum. Bunun yanında filmde (güzel) kadın yok diye yaratılmış bir karakter ile deriye eklemlenen Evangeline Lilly de insanların görmek isteyecekleri bir yüz olarak kadroda yerini almış gibi. Ama bu konuda en öne çıkan oyuncu Orlando Bloom. Hikâyenin geçtiği zaman ve coğrafyada eski seriden eklenebilecek karakter olarak Legolas'ın düşünülmesi doğal. Ancak daha önce çizilen karakter özellikleri ile herhangi bir tutarlılığı olmayan, (türünün zamanla değişimi çok yavaş olduğu için) ihmal edilebilecek kadar genç olmasına rağmen önceki tasvirine göre çok daha ciddi ve olgun bir tavır ile seriye dahil olması karakterin kendinden çok, oynayan yüzün seriye dahil edilmiş olması olarak algılanıyor benim tarafımdan.  
  • Popüler yan kurgular: Bu önceki iki başlığın birleşimi gibi bir nokta sanırım. Mesela Hobbit'in hikâyesi yeterince ağır değil, o zaman içine (az Silmarillion destekli) daha çok Sauron katalım. Yetmemiş gibi bu yan hikâyeyi de Orta Dünya'da seyircinin ismini bildiği tüm büyük karakterleri, dokuzların da varlığında dövüştürerek sonlandıralım. Bundan da kötü örnek "aşk satar" sıkıştırması ile hikâyeye sokulan elf prensi, köylü elf, cüce aşk üçgeni idi. Kaldı ki bu yan hikâye de "-eğer bu aşk ise neden bu kadar çok acıtıyor? +çünkü gerçekti" şeklide sinema tarihinin utanç sayfalarında yerini alacak bir diyalogla sonlanarak layığını buldu.
Gişede başarısız olmaya tahammülü olmayan bu derece büyük bir yapımda yukarıda sıraladığım parçaların olmasının doğal olduğunun farkındayım. Benim takıldığım nokta filmin sadece bu parçalardan oluşuyor olması. Bu gişe merkezcilik konusunda tartışılan bir konu önceden iki film olacağı açıklanan serinin son dakikada üç film olarak yeniden kurgulanması idi. Bu noktada baskının stüdyodan geldiği savunuldu. Başta makul bir iddia olmakla birlikte toplam uzunluğu beş buçuk saatin üzerinde olan ikinci ve üçüncü bölümlerde sıkıntıdan ölme tehlikesi geçirdikten sonra "üç saatlik iki film olarak tasarlanmış seri, iki saatlik üç film neden olamadı" diye sormadan edemedim. Konudaki güncel tahminim Peter Jackson'un, küçük yapımcısı olduğu serinin üç film olması teklifini, kendi getirmediyse, satılabilir olduğunu düşündüğü bütün görüntüleri sıkıştırabileceği üç saat daha çıktığı düşüncesi ile sıcak karşıladığı, desteklediği yönünde. Bu kararın herhangi bir yerinde hikâye anlatımı ile ilgili bir kaygının yer aldığını düşünmüyorum.

Bu tablo beklediğimden (çok) daha kötü olsa da aslında çok şaşırtıcı olmamalı. The Lord of the Rings serisinde eline çok büyük olanaklar ve kusursuz bir hikâye verilen tanınmamış yönetmenin tüm cüretkârlığına rağmen öz ya da kendisine duyulan güven eksikliğinden kitabı bu derecede tahrip edememişti. Hoş insanların çağının başlangıcını anlatan hikâyede, yalnızca insanların savaştığı ve kazandığı muharebelere fırsat bulduğu yerde elfleri ve hayaletleri karıştıran birinin esere ne kadar az zarar verdiği de ayrıca tartışılmalı bence. Ama kabul etmek gerekir ki sonuç bu kadar utanç verici değildi. Fakat bu sonucun yaklaşık üç milyar dolarlık bir gişe hasılatı ve pek çok saygın ödül olarak geri dönmesi, az tanınan yönetmeni bir anda usta yönetmen kategorisine taşıdı. Bu da bana göre Peter Jackson'a duyulan güven ile birlikte, yönetmenin öz güvenini de dramatik bir şekilde arttırdı ve nihayetinde The Hobbit gibi bir sonuçla karşılaştık. Aldığım biletlerle bu sonucun gelişmesinde katkım olduğu için bir miktar suçluluk da duyuyorum. Hobbit'den sonra, Silmarillion da çekse (şükürler olsun ki Christopher Tolkien bu fikre sıcak bakmıyormuş) herhangi bir Peter Jackson filmine gitmeyi düşünmüyorum. Geç verilmiş bu kararın Tenten'in devam filmi dışında bir sorun çıkarmayacağını ümit ediyorum. 

IMDb notlarım:

  • The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring - 6/10
  • The Lord of the Rings: The Two Towers - 5/10
  • The Lord of the Rings: The Return of the King - 4/10
  • The Hobbit: An Unexpected Journey - 5/10
  • The Hobbit: The Desolation of Smaug - 3/10
  • The Hobbit: The Battle of the Five Armies - 2/10

Konu ile ilgili ek okuma (bağlantılar İngilizce'dir):