arama

Perşembe, Haziran 29, 2006

söz tutmam ben... ama sörf yiyebilirim

Son yazımı yazmamdan bu yana geçen 18 günlük zaman yazdıklarımın gerekliliği ve doğruluğunu bir kez daha gösterdi bana. Hoş bu sefer, tutumumu haklı gösterecek sözde bir çok nedenim var ama beni bu yalanlarla kandıramam ben. İkimizin ya da birimizin de çok iyi bildiği üzere böyle orta dereceli zorluklar (evde internet olmaması, yaz okulu dolayısıyla haftada -9u kabir azabı yaşatan- 18 saat derse girmem ve çalışmayacağım için vicdan azabı duyduğum ve duyacağım bir diferansiyel eşitlikler ara sınavı) ancak yapılmayan bir işe bahane olurlar, yoksa yapılmak istenilen bir işe kesinlikle engel olamazlar.

Ama bu sefer bu iç hesaplaşmamla boğmayacağım monologlar yığınımı (blogumu). Onun yerine gündelik şeyler söyleyecem. Sörekli söylediğim, söylemek için düşünmediğim, omur iliğimin yardımıyla ortama verdiğim sözlerimi dökecem buraya da. Burayı de kirleteceğim. Neden? Çünkü kolay. Çünkü hitap kitlesi daha geniş. Çünkü burası her ne kadar benim egom için yapılmış bir proje olsa da benim dışımda bir iki tane daha okuru var buranın -umarım.

İşte başlıyorum:
1) 10 gün önceki Adana ziyaretimde biraz geç de olsa keşfettiğim 3 programdan 1 tanesini hala takdir ediyor ve takip etmeye çalışıyorum. Bu program tabi ki atv'de yayınlanan Sabah Yıldızları adlı program. Hoş dikatinizi çektiyse takip etmeye çalışıyorum dedim; çünkü kendini bilmez ODTÜ yönetimi haftalık ders programıma, 4 gün, programın yayın saatine ders koymuş. Dolayısıyla kaçırıyorum ben de bu eğlenceyi, pardon şahaneyi. (Yanlış sözcük kullanımına da dikkatinizi çeleyim mi?) Ama sağolsunlar, akşam yayınlanan magazin programlarımız gündüz programı izleyemeyen insanlar olabileceği düşüncesiyle hemen hemen her akşam tekrarını veriyorlar. Hem de "n" kanalda. (Burada da n bilinmeyen, büyük sayı anlamında. Hatta yer yer mübala anlamı da katmıştır.) Bu programın gerçek yıldızı olan Meriç Bey'e övgüler dizecek edebi kapasitem ve takatim olmadığı için yıldızları sönen iki programın değerli sunucularının adlarını söyleyip, bir sonraki başlığıma geçeceğim: Seda Sayan ve Lerza Mutlu.
2) Nil Karaibrahimgil'i çok seviyorum. Ama söz yazmayan bir Nil Karaibrahimgil'i daha çok severdim. Yok ben illa söz yazacam diyorsa başımızla birlikte ama keşke yazmasa. Ya da yazarsa yazsın, biz onu görelim yeter :) Hatta, "SAĞ ELLER HAVAYA..."
3)Bu yaz Türk müziği için lanetli bir yaz oldu. Daha yaz bitmemiş olmasına rağmen çok rahat konuşabiliyoruz çünkü durum bu noktadan sonraya iyiye gidemez, olsa olsa daha beter olur. Ne demek istediğimi anlamayan veya anlamazdan gelenler için bu yaz albüm ve klipleriyle kulaklarımızı ve gözşerimizi zehirleyen ünlülerimizi kısaca hatırlayalım: Serdar Ortaç ve Yıldız Tilbe önderliğinde, Demet Akalın, Hande Yener, Gülben Ergen ve Gülşen; Pamela, Ajda Pekkan, Kenan Doğulu, Ayna, Altay, Natalia, Ebru Yaşar, Berksan, Hepsi ve Hızır Acil. Bunlar gündemi sarsabilecek güçte olanlarıydı, tabi bunların yanında onlarca bunlardan bile daha kötü ama adları bilinmediği için bizi etkilemeyen müzik de yapılıyor. Nerden nereye be?

Bu son madde midemi kaldırdı. Daha fazla devam edemeyeceğim. Şimdilik bu kadar, saygılarımla.

Pazar, Haziran 11, 2006

Zorundalık mı desem; ne desem?

Ben buraya yazmaya başladıktan, daha doğrusu bu siteyi kaydettirip, yayına başladıktan sonra benzer bütün işlere başalarken yaptığım gibi "umarım bu sefer düzenli birşeyler yazabilirim" diye bir temenni bulunmuştum. Tabi sonra bu temenniyi unuttum ve kendi zaman kavramı kaymış dünyamda yaşantıma devam ettim.

Bir müddet sonra hatrıma emreyilmazdan başlıklı bir blog tuttuğum geldi.Girdim tekrara baktım siteye, bana bir kaç aymış gibi gelen yazı yazmadığım sürecin 10 günden ibaret olduğunu gözlemledim o zaman. 10 gün görece uzun bir zaman olmakla birlikte, düzensiz aralıklara yazı yazılan bir sitenin en uzun güncellenme aralığı olmak için çok uzun gelmedi gözüme. Hal böyle olunca ben de "ben bu siteyi en geç 10 günde bir yenileyim o zaman" gibi birşeyler söylemiştim kendime.

Mayıs başı gibi olmuştu bu alttığım olay, yanlış hatırlamıyorsam. Üzerinden bir ay kadar bir zaman geçmesine rağmen kendi kendime verdiğim diğer sözlerde de gördüğümüz üzere ben de bir lakayıtlık baş gösterdi. Ve bu şekilde bugüne, yani haziranın 11'ine geldik. Bu tarihin ne özelliği var sorusu cevabı bariz bir şekilde, son yazı yazdığım 1 haziran gününden 10 gün sonraki tarih olmasıdır. Yani kendi kendime veriri gibi yaptığım sözü -daha doğrusu sözümsüyü- kaçırmamam bu tarih aralığındaki son fırsatım. Tabi siz bu yazıyı okuduğunuzda -eğer okuyan varsa tabi diyerek yazar* kaygısı güdeyim- bu fırsatı kaçırmadığımı göreceksiniz. Ama bu yazımın konusu kafamda "neden bu fırsatı kaçırmamazlık etme çabası sarf ettiğim" oılarak belirmişti.

Sadece bu özel durumdan ziyade genel olarak da benim buraya ya da biryerlere bir şeyler yazmamın sebebi nedir? Bu benim pek çok kez kendime hatta dolaylı veya doğrudan, hayatımda etkinliğe sahip olduklarını gözlemlediğim arkadaşlarıma yöneltmiş olduğum bir sorudur. Tabi burada sorguladığım şey yazarlık değil benim yazı yazma eğilimimdir. Herhalde bu noktada benim yazı yazma eğilimimin tanımlanması ile sorunu irdelemeye başlamak en akılcı hareket olacaktır. Çünkü ben edebi türler içerisinde ifade edilebilecek bir türde muntazaman eserler vermiyorum. Bilgilendirici özelliği ön planda olan yazılar da yazmıyorum. İçimdeki anaforların dışa vurumu şeklinde nitelendirilebilecek yazılar da yazmıyorum. Zaten bunlardan herhangi birini yabilecek bilgi, deneyim, tecrübe ya da cesarete sahip değilim. Ama bunlar hepsinin belli oralarda karışımından oluşan zaman, biçim ve karışım oranı bakımından tutarlılık göstermeyen yazılar yazıyorum ben. Ben bunları genel kanıda olduğu gibi, "bilgilendirici ve deneme türünde yazılar" olarak sınıflandırmaya karşıyım. Kanımca benim yaptığım tanım sebebimi anlamamda bana daha yardımcı olacak bir tanımdır.

Yazmamın sebebinin anlaşılması için faydalı olacağını düşündüğüm bir açıklma ise yazdığım metinleri okunmasından genel olarak utanmamdır. Mesela halen biri yanımda bu siteden ya da burada yazmış olduğum bir yazdıdan bahsetse önce hemen utanıyor ve sıkılıyorum. Hatta helen bazı samimi arkadaşlarımı bu siteye girmeleri yönünde telkin edemiyorum. Tabi bazı arkadaşlarıma da sitanin varlığından bahsettim ama zaten kim internete vermek suretiyle yayınladğı yazılarının okunmasını istemez. Zaten sorun da bu sevgili okur, yazdıkları şeylerden (değeri, üslubu ve bol hatalılığı) ve okunmasından utanan ben neden başkaları tarafından okunması için bu site vasıtasıyla yazılar yazıyorum. Cevabını aradığımız soru bu. Ama benim bu oturumda bu sorunun çözümüne göz önünde daha fazla katkıda bulunma eğilimi yok. Siz buraya kadara yazdıklarımı okuyup, çözüm için bana önerilerinizi ve yorumlarınızı yazarsanız müteşekkir olurum.

Şimdilik bu kadar diyerek bu soruyu yazının başından beri her aşamasında tekrar tekrar belirttiğim üzere "her zaman olduğu gibi" başka bir zaman tamamen çözümlemek üzere erteliyoruz. Ama bu seferkini bir mağlbiyet olarak görmüyorum, çünkü bu sefer alışık olduğumdan fazlasını ve ortaya, döktüm. Bu iyiye işaret.

-----------------------------------------------------------------------------

*Biraz müstehçen kaçabilir ama şu sıralar en sevmediğim adamlar sıralamısında saygın bir yere sahip olan Emre YILMAZ arkadaşımıza (bendeniz olur kendileri, gerçek yazar Emre YILMAZ ile herhangi bir alakası yoktur) burada kıçımın yazarı yakıştırmasını yapmadan metnimi neticelendirmek istemiyorum.

Perşembe, Haziran 01, 2006

3. X-Men'in etkileri sürerken biz 4.yü beklemeye başladık bile


X-Men: Son Direniş gösterime gireli nerdeyse bir hafta oluyor. İlk geçen cuma gittiğim filme az önce 2. defa gittim. İlk seyrim sıkışık bir döneme denk gelmiş olduğu için sinema salonunu hayran hayran terk etmiş olmama rağmen filmle ilgili yazımı ertelemiştim. Ama o film şeridini tekrar görünce ve ilk seyrimde beklemediğim film sonu özel sahneye dikkat edince artık bir yazı yazmam kaçınılmaz oldu.

Ama bu sefer sinema içerikli yazımda -bu blogda daha önce olmadı ama- filmi enine boyuna eleştirmekten, artılarını eksilerini ortaya dizmektense gayet basit bir yorumda bulunacağım: "Eğer türüne azıcık ilginiz veya konu hakkında ufacık bir bilginiz vasa kesinlikle kaçırmayın!"

Siz Ankara'da sadece 4 salonda gösterimde olan bu filmi kaçırmamaya çalışırken biz de 4.sünü beklemeye devam edelim.

Not: Evet Wolverine hastasıyım :P