arama

Pazartesi, Aralık 29, 2008

TAA

Yaklaşık bir aydır (havalar soğumaya başladığından beri) hemen hemen her gece, yatarken Amarok'un çalma listesine ard arda 3 tane Tool - 10,000 Days (Wings Part 2 ) koyuyorum, onları dinlerken uykuya dalıyorum ve nedense bu 3 parçalık şarkı listesini de bir durdurma kodonuna benzetiyorum.

Perşembe, Aralık 25, 2008

Yora

Aralık'ın ilk (belki de son) yazısı bu olmayacaktı aslında ama bir öncekini daha bitiremediğim için bu güncel yazıyı yayımlamaya karar verdim. Yora diye grup var. Bugün diye bir EP yayınlamışlar. Ben, bunu -takip ettiğim iki müzik blogundan biri olan- 110desibel'de çıkan ilgili yazıdan öğrendim. Arşive bakınca, bu sitede daha önce, grubu tanıtmak için bir yazı daha yazılmış olduğunu gördüm, o zaman dikkat etmemiş olduğum için biraz utandım, biraz da üzüldüm. Bu, dikkatimden kaçan tanıtım yazısında belirtilmiş olan Mor ve Ötesi benzerliğine ise hiç bir anlam veremediğimi, bu olası benzerliğin grubun müzik anlayışını oturtmaya çalışırken geçmiş olduğu dönemlerden birinde olabileceği sonucuna varmış olduğumu belirteyim. Daha tam bir albümleri yok grubun ama onları öğrenmeme vesile olan haberde de belirtildiği üzere bir EPleri çıkmış. Dağıtım için de güzelce bir yol seçmişler; haberi okuyanlar öğrenir. Ayrıca Last.fm sayfalarında bu EPleri mevcut. Bunun dışında dinlemeye hazır küçük bir kayıtları daha mevcut last.fm'de ki ben bu unreleased adlı kaydı dinlemenizi tavsiye ederim.

Son olarak, ilgileneler için grubun myspace sayfası: http://www.last.fm/music/Yora/unreleased

Cumartesi, Kasım 29, 2008

Aralık 2008

Her sene hayatimin çığırından çıktığı ay olan Aralık, benim için bu sene Kasım bitmeden başlıyor. Bu Aralık'ın başına gelen bayram tatilinden ötürü olduğunu tahmin ettiğim bir düzenleme. Düzenlemeyi yapanlara buradan şükranlarımı sunmak istiyorum. Az kalsın bayram vesilesiyle huzurlu bir aralık ayı geçireceğim sanmıştım ama şükürler olsun ki her zaman olduğu gibi yine düşünenimiz var.

100. yazı

Cuma, Kasım 28, 2008

O güzel akşamın anısına...

Yapmacık olmayan biri için, normalde yapmayacağım şeyleri yaptım.
Çünkü o bunları hak ediyordu. Yani bunları yapmak için bir sebebim vardi.

Yukarıdaki metin, 14 kasım akşamı Emek'te bir barda Yüksek Lisans mezuniyetine kavuşan bir arkadaşın, kutlama etkinliğinde cep telefonuma düştüğüm bir not. Üzerinde çok kafa yorulmadan yazılmış bu metin üzerinde öncelikle, "normalde yapmayacağım şeyler" ifadesi yerine "Emre'nin yapmasının beklenilmeyeceği şeyler" ifadesin gelmesinin daha uygun olabileceğini belirten düzeltmemi yapayım ki anlaşılırlığım artsın. Hoş, benim için bu cumleyi ilk söylediğim haliyle kurmak da çok rahatsız edici değil. Ama beni kafalarındaki şablona oturtmayı seven tanıdıklarım için, dediğim gibi, uzatmalı bir yanlış anlamanın son halkası olabilir. Her neyse...
Konuşmamız gerek nokta bu olmasa da ben yine detaylar içinde kaybolma kartımı oynamaya çalıştım ama bu sefer izin vermeyeceğim. Bu kadar iyi duygular içinde tasarlanan bu yazıda sıradan/kötü oyunlarımı oynanmayacağım. O zaman son cümledeki saptamalarımın birinden (iyi duygular) konuya tekrar tutunalım. Burada kaçınılmaz olarak aslında diyerek başlayacağım cümleye. Aslında içinde olduğum iyi duygulardan ziyade bunun sebebinden bahsetmeliyim. Çünkü bu hem durumu daha iyi açıklayacak hem de girişte yaptığım alıntıyı daha açık hale getirecektir.
Mezuniyetini kutladığımız belirttiğim kişi iyi bir insan. Herkes tarafından sevilen biri ve insanların onu sevmek için özel bir nedenleri yok. Yardımsever birisi olduğu göz ardı edilemeyecek olsa da anlamlı bir çoğunluktan bahsettiğimiz için bu bir neden olarak kalamıyor. Zaten ben, güçlü olma, zengin olma, vb. durumlar dışında büyük toplulukların bir kişiye yönelmek için kullanacakları bir ortak sebep bulamıyorum. Tabi bu benim sevme işlemini tam olarak anlamamamdan da kaynaklanıyor olabilir. (Tekrar) Her neyse, bu kadar çok kisinin -çokça- bayağılaşmayan normal bir insana karşı sevgi besleyebiliyor olması, onun mutluluğuyla mutlu olabiliyor olması, samimiyete hemen hemen her şeyden daha çok önem veren benim gibi biri için gerçekten umut verici bir durum. Basite indirgersek iyi bir durum. İşte ben de bu yüzden iyi duygular içindeydim. Duygularımın hem sebebi hem de sonucu olarak ben de bu arkadaşın mutluluğuna elimden geldiğince ortak olmaya çalıştım. İşte bu yüzden benden beklenilmeyecek davranışlar sergilemiş olabilirim.
Ama bundan ötürü pişman değilim. Aksine mutluyum. Zaten bu yazının da yazılma amacı özür dilemek değil. Hatta -her ne kadar yazının başlarında bu yönde bir iki söz söylemeye çalışmış olsam da- bu sayfaya yazılmış pek çok yazı gibi kendimi biraz daha iyi anlatmak da değil. Amacım sadece durumu paylaşmak. Çünkü bence arkadaşım ne kadar mutluluğuna ortak olunmayı hak ediyorsa bu durum da paylaşılmayı o kadar hak ediyor.

ÇOK NET SAÇMALADIM:)

Perşembe, Kasım 27, 2008

Ulusal yaratıcılık

Kuralsızlığın kaynağı olarak gördüğüm yaratıcılığı, bu ülkenin en önemli umudu olarak gördüğümü çok uzun suredir, bulduğum her fırsatta dile getirmişimdir. Hala da ayni görüşteyim; ancak gecen zamanla ve bu zaman içinde benim daha kalabalık yerlere gitmemle, kuralsızlığa karşı sabrım azaldı. Artık bu yaratıcılığı daha olumlu işlere yönlendirmenin zamanı gelmiş olmalı. Yoksa bu potansiyel, orta vadede olumsuz bir hal almaya baslayacak kanımca.

Pazar, Ekim 12, 2008

Tesadüf

Ben tesadüflere kayıtsız kalamıyorum. Örneğin, az önce Hasan pinhani'nin Zaman Beklemez albümünden Sevmekten Usanmam adlı şarkıyı çaldı. Şarkıyı bir süredir dinlememiştim. "Güzel şarkı" diye hatırladım ve tebessüm ettim. Hemen o anda bir arkadaşımın internet üzerindeki sosyal platformlardan birinde, "hakkında" başlığı altına bu şarkının sözlerini yazmış olduğunu gördüm. Çok önemsemedim. Bundan yaklaşık yarim saat sonra başka bir arkadaşımın ayni sosyal platformda, durum mesajına yine bu şarkını sözlerini yazmış olduğunu gördüm ve daha fazla kayıtsız kalamayarak şarkıyı bir kez de ben dinledim. Sonra da arkasına, ayni albümden Ne Güzel Güldün adlı şarkıyı çaldım. Bu yazıyı sonlanırken hala bu şarkı çalmaktaydı ve ben uyuyana kadar çalacak şarkı listemi belirlemiş olmanın rahatlığıyla yatağıma uzanmak üzereydim.

Perşembe, Eylül 25, 2008

En Beğenilen Şarkılar

Takipçilerimizin alışık olduğu üzere bu sitede vaat edilen yazılar asla yayımlanmaz. Bu yüzden yayım takvimimize son yazıdaki diğer 2 müzik/müzisyen yazısı ile devam etmeyeceğiz. Ama onların yerine yine bir yerden müzikle alakası olan bir şeyden bahsedeceğim. Sizinle paylaşacağım bu şeye bugün yaptığım bir dalgınlık sonucunda rastladım. Bugün evden biraz ilginç ve biraz dalgın, heyecanlı ve bulantılı bir vaziyette ayrıldım. Bu halde saat 3'te evden çıkarken daha yeni düzenleyip, müzik dinlemek için severek kullandığım amarok programının kütüphanesine eklediğim 1970 tarihli Derek and the Dominos albümü Layla and Other Assorted Love Songs'un pek sevilen parçası Layla'yı tekrarda çalar bırakmışım. Saat 9 buçukta eve döndüğümde şarkıyı halen çalarken buldum. last.fm'deki sayılara bakarak ben yokken şarkının yaklaşık 50 kez çalınmış olduğu sonucuna vardim. Buradaki mantık bağlantısını tam olarak ben de anlamamış olsam da galiba benim yokluğumdaki çalınmaların tam sayısını bulmak için amarok'un istatistiklerini kurcalamaya başladım. Bu bölüme bir süredir girmemiş olduğum için giriş sebebimle alakalı, alakasız her sekmeyi kurcalamaya başladım. Hala puanlama mantığını anlayamadığım bir şekilde en beğendiğim parçaları, albümleri, tarzları ve sanatçıları sıralıyor bu program. Bunlardan en sevdiğim şarkılar listesini buradan sunmak ve sizinle paylaşmak istiyorum. Ben herhangi bir şekilde böyle bir sıralama yapabileceğimi düşünmediğim için bu listeye katılıp katılmadığımı belirtmemeliyim galiba. Ama yine de listedeki bütün parçaları severek dinlediğimi de eklemeliyim. Listeden önce de bugün yanlışlıkla bu listenin zirvesine yerleştirdiğim ama bundan ötürü herhangi bir pişmanlık duymadığım pek sevilen parçayı ekleyeyim de listeyi incelerken sıkılmayın.



En Beğenilen Şarkılar (5057 parça)
1. Layla - Derek and the Dominos
2. Andalusia - Joe Satriani
3. Happy as a Dead Pig in the Sunshine - Kaki King
4. Damla - Anjelika Akbar
5. Sailor Song (Live) - Regina Spektor
6. Uyku Ol - peyk
7. Tereddüt - Münir Nurettin Selçuk
8. Back To Black - Amy Winehouse
9. Ne oldu Bana - peyk
10. And I Thought My Jokes Were Bad - Hans Zimmer & James Newton Howard
11. Aashegham Man - Farid Farjad
12. Creep - Radiohead
13. Ömrüm Seni Sevmekle - Münir Nurettin Selçuk
14. Hysteria - Muse
15. Geceyedir Küsmelerim - Badem
16. Kervan - Erkan Oğur-İlkin Deniz-Turgut Alp Bekoğlu
17. İstanbul - peyk
18. Büyükanne - peyk
19. I Kissed a Girl - Katy Perry
20. I Will Possess Your Heart - Death Cab for Cutie
21. New York - Cat Power
22. Son Melodi - Mira
23. A Martyr for My Love for You - The White Stripes
24. The Jester's Dance - In Flames
25. Nude - Radiohead
26. Doğuş - Erkan Oğur-İlkin Deniz-Turgut Alp Bekoğlu
27. Güzelleme - Erkan Oğur-İlkin Deniz-Turgut Alp Bekoğlu
28. Nature Boy - David Bowie
29. İz Bırakanlar Unutulmaz - Vega
30. A Drinking Song - Helldorado
31. Gönlümle Hasbihal - Münir Nurettin Selçuk
32. Bone Chaos in the Castle - Kaki King
33. Fidelity - Regina Spektor
34. Aïcha - Khaled
35. Sensiz Kalacak Bu Şehir - Badem
36. Engeller Uyanıyor - Erkan Oğur-İlkin Deniz-Turgut Alp Bekoğlu
37. A Sunday Smile - Beirut
38. El Tango de Roxanne - Ewan McGregor, Jose Feliciano & Jacek Koman
39. Holy Devil - Sophie Solomon
40. Aşk - Koray Candemir
41. Hala Aşk Var Mı - Redd
42. Asik Veysel - Joe Satriani
43. The Hardest Part - Coldplay
44. Arkadaş - Erkan Oğur-İlkin Deniz-Turgut Alp Bekoğlu
45. Ne Olmaya Geldim - Redd
46. Arabic Fahişe - Kargo
47. Aheste Çek Kürekleri - Münir Nurettin Selçuk
48. Sessizce - Aslı
49. Kalamış Parkı - Kargo
50. Mary Pickford (Used to Eat Roses) - Katie Melua

Salı, Eylül 23, 2008

unutmak, hatırlamak, güzellik: Kargo

Beni tanıyan sevgili okurumuz, benim hatıralarda yasayan 22 yaşında bir genç olduğumu pek tabi bilir. Hatta bu bilgisi ile -olan veya olmayan- tıbbi bilgisini harmanlayıp, taşıdığım iddia edilen bazı ruhsal bozuklukları bile sıralayabilir. Ama yine bilir ki sevgili okurumuz, ben bu durumumdan, oldukça memnunum(dur).

Kargo diye bir rock müzik grubu vardır. Herkes bilir, herkes sever. Tabi herkesin sevmesi durumunun sağlanması için grubun farklı dönemlerde yaptığı müzikler arasında ciddi farklılıklar bulunur. Öyle ki benim de içinde bulunduğum seçici bir topluluğun üyeleri, bu grupla ilgili olumlu düşüncelerini paylaşacakları zaman, grubun adinin ardından hemen "MŞŞ'nin ayrılmasından önce" veya "MŞŞli" ibarelerini koymayı bir görev bilirler. Bu ibarelerdeki MŞŞ, Mehmet Şenol Şişli anlamına gelmektedir ama her ne kadar bu bilgiyi vermeyi bir görev bilmiş olsam da bu yazı ne onunla ne de (ibarelerden anlaşılacağı üzere) gruptan ayrılışıyla ilgilidir. Bu yazı esasen, benim Kargo dinleme alışkanlığımın yeni basamağını duyurmak için yazılmıştır.

Bu sefer, bütün sevgili okurlar için konuşamayacağım ama yine bilen bilir bendeniz naçizane bir Kargo dinleyicisiyimdir. Tabi buradaki küçümseme benim genel olarak müzik dinleme alışkanlığıma yapılmış olup, Kargo'nun bunun içindeki oranıyla hiçbir alakası bulunmamaktadır. Çünkü birkaç kaset ve radyodan öteye geçip, kendi isteklerime göre, yoğun olarak müzik dinlediğim ilk donem olan lise yıllarımda Kargo en çok dinlediğim şeylerden biriydi. Öyle ki o zamanlar dağılmış bir grup olan Kargo'nun yeniden birleştiğini ve yeni bir albüm hazırlığı içine girdiğini öğrenince çok sevindiğimiz ve heyecanla beklemeye başladığımızı hatırlıyorum. Sonra albüm (Ateş ve Su) çıkar çıkmaz da temin etmiştik.
Liseden sonra fazla dinlemedim Kargo'yu. Bunda Kargo'nun bizim girdiğimiz ÖSS öncesi dönemde çıkardığı ve değişimini ortaya koyan -heyecanla beklediğimizi az önce belirttiğim- Ateş ve Su albümünün ne kadar payı vardır bilmem ama dediğim gibi yarısından fazlası last.fm'li döneme giren üniversite yaşantım boyunca pek dinlemedim Kargo'yu. Burada last.fm vurgusu yapmam bu durumun genel dinleme grafiklerimden de rahatça gözlemlenebilecek olmasındandır.
Gel gelelim yıllar sonra bilgisayarımda, klasörler arasında gezerken Kargo albümlerimi düzenlemeye karar verdim. Düzenlerken "şu parça güzeldi", "bunu dinlesem iyi olur" diye diye bir müddet Kargo dinledim. Sonra tadı alınca kaçınılmaz bir şekilde Yalnızlık Mevsimi albümünü dinlemeye başladım. Bu yazı yazılana kadar kaçıncı tekrarı yaptım bilmiyorum ama bu aralar -adi gecen albüm basta olmak üzere- kontrolsüzce Kargo dinliyorum. Bundan da son derece mutluyum; çünkü unutulmaya tutmuş, eski bir dosta kavuşmak ve hatıraları yad etmek benim (girişte anlatılan) gibi bir adam için gayet mutluluk verici.
Yazımı bitirmeden önce bu albüm hakkında da bir iki söz söylemek istedim ama bunun yerine daha iyi bir bloggerin albüm ve çıkış parçalarından biri hakkında yazdığı iki yazıya bağlantı vererek hem size de daha okunası bir şeyler hem de beğenimi ve belirttiğim birkaç fikrin tek olmadığına dair kanıt sunmuş olurum:
Yalnızlık Mevsimi
Nostalji: Kargo - Kalamış Parkı

Not: Bunun dışında müzik dinleme açısından çok hareketli bir hafta geçirdim. Bu hareketlilik içinden iki başlığı daha sizinle paylaşmaya karar verdim. Bu şekilde haftasonuna kadar bir müzik yazıları üçlemesine kavuşmuş olacağız.

yazım tarihi: 09.09.2008

?

Dün gece yatmadan kendime bir kez daha aynı soruyu yöneltmek zorunda kaldım:
"Ben ne istiyorum?"

Pazartesi, Ağustos 25, 2008

Sürerlilik

Bu blog çatısı altında yazıların belirli bir sıklık dahilinde yazılmadığını, şekil ve içerik bakımından herhangi bir düzenlilik taşımadığını takipçilerimiz bilirler. Ama ben yine de en azından her aya bir yazı düşecek şekilde doldurmaya çalışıyorum burayı. Fakat az kalsın bu ayı boş geçecektim. Hoş bunu "yazarımız yıllık izininin bir kısmını kullanıyor" kontenjanından sayabilirdik. Ama beni yakından tanıyanlar benim tüm yılı izinde geçirdiğimi bildiklerinden pek inandırıcı olmazdı bu durum. Ben de inandırıcılığıma bir leke sürmemek için, Malatya yolculuğuma çıkmamdan 5 saat önce, sizin su anda okumakta olduğunuz bu satırları yazmaya koyuldum. Gereksiz ve anlamsız görülen bu sözler, her ne kadar önümüzdeki 6 gün içinde bir başkasını yazmazsam bu ayin boş geçmemiş olmasını sağlamak için yazılmış olsa da yine içinde benim hakkımda bir miktar bilgi barındırmakta. Cımbızla alınacak şekilde olsa da en azından eskiden olsa -su anda kullanmadığım- Ben etiketini (label) hak edebilirdi.

Pazar, Temmuz 20, 2008

Yaz Yazıları 4: Türkiye'de iPhone

iPhone 3G'nin Türkiye'de de resmen satışa çıkmasından sonra benim de iPhone ile ilgili bir yazı yazmam artık kaçınılmaz hale geldi. Ya da ben böyle olduğuna inandırıyorum kendimi. Hatta en kotu olasılıkta, hiçbir inanışım olmamasına rağmen sadece düzgün bir giriş yapma adına bahsetmişimdir bu durumdan. Her neyse, ben 3G çıkmış olsa da eski, kotu iPhone ile ilgili yazacağım. Hatta simdi de yazmayacağım, bunun yerine 1 Temmuz'da benim güzel telefonuma düştüğüm bir notu kopyalayacağım. İçeriğinden de anlaşılacağı üzere dolmuşta yolculuk edilirken yazılmış olan bu yazının diline ve anlatımına, bu sebepten ötürü fazla takılmamanızı rica ederim. Ayrıca bu ufacık yazıya geçmeden önce, son olarak standart iPhone yazısı biçimini tamamlaması adına iPhone'un duyuru fotoğraflarından birini de eklemek istiyorum.


"Bugün ilk kez biri benim duyma (işitme) alanım içinde iPhone'la telefon görüşmesi yaptı. Mekan bir dolmuşun içiydi. Yaşından, cüzdanının içindeki lufthansa kartı ve telefonda sarf ettiği "geldim" sözünden, yurtdışında okuduğunu tahmin ettiğim kullanıcı, en azında görüntü olsun diye yasadışı yollardan iPhone edinen bilinçsiz tüketici sınıfına girmiyor herhalde. Ama dolmuşta iPhone kullanacak biri olabileceğini hiç düşünmeyen ya da düşünmek istemeyen birinin ilgisini çekti bu görüntü. Bana bu görüntüyü gösterdiği için kullanıcıya da teşekkür ederim. (01.07.2008)"

Cumartesi, Temmuz 19, 2008

Nerede kalmıştık?

Bugün aldığım "Sanal kamuoyu" imzalı yorum üzerine bu ay bitmeden yazmaya kararlı olduğum bu özetin yazım tarihini netleştirmiş oldum.
Bir ayı aşkın bir süre önce yazmış olduğum son yazımda, bölümümün bir bilgisayar laboratuvarında lisans diplomamla aramda kalan son ciddi engeli aşmam çabasından (benim çabamdan ziyade Muhlis'in çabasının söz konusu olduğunu isim belirtmeden de olsa söylemiştim gecen sefer de) bahsetmiştim. Oradan bu yana olan şeyleri özetleyerek bu yazın ilk girdisini düşelim internet güncemize.
Öncelikle belirtmem gereken şey herhalde okulumun bitmiş olduğu bilgisidir. ODTÜ Kimya Mühendisliği lisans programındaki 4 yıllık çalışmamı/istirahatimi 29 Haziran 2008 tarihi ile noktalamış bulunmaktayım. Artık -yetkin mühendislik yasası eğer unvanımı elimden almazsa- bir mühendisim. Ya da uzun haliyle kimya mühendisiyim ama şu andaki kısıtlı bilgimle, mühendislik eyleminde branşın çok önemli olmadığını düşünüyorum. Aslında sevgili okur bunu biliyordur ama nedense tekrarlamak geldi içimden.
Mezuniyet durumumu son ana kadar netleştiremediğim için karar verme eylemini sürekli ertelediğim yüksek lisansa devam etme durumum diplomayı almamla (aslında, almamın kesinleşmesiyle) karara bağlanmış oldu. Bölümümle olan anlaşmamı 1i opsiyonlu olmak üzere 3 yıl (2+1) uzatacak yeni sözleşmeye imza atmak için okulumuzun fen bilimleri enstitüsüne başvurdum. Bölüm yönetiminin verdiği kesin kararın açıklanacağı 23 Temmuz tarihini büyük bir heyecanla bekliyorum.
Bu bekleyişte, üniversite hayatim boyunca, yaz okulları haricinde yazlarımı geçirdiğim Adana'dan farklı olarak Ankara'da bulunuyorum bu sefer. Biraz tatil, biraz iş güç yuvarlanıp gidiyorum İç Anadolu bozkırında. Devlet hiyerarşimizin zirvesi olan bu çirkin şehirde dinlenerek geçirdiğim üç haftada, çoğu güzel olarak değerlendirilebilecek şeyler yaptım:
  • Çokça yattım, uyudum, dinlendim.
  • Azca olsa da ders çalıştım. Tabi buradaki azcaya aldanmamak lazım. Çünkü sene içlerindeki çalışmalarımla mukayese edildiğinde göz yaşartıcı bulunabilirdi performansım.
  • Tam olarak bolca olmasa da görece düzenli kitap okudum. Artık, saçma sapan kabarmaya baslayan listemi eritme konusunda önemli adımlar attım sayılabilir.
  • Yeterince dizi izledim. Buradaki yeterince House M.D.nin nihayet bittiği anlamına gelmektedir. Hatta biraz daha ileri gidersek, -tekrar nihayet kullanarak- One Piece'e en sonunda başladığımı bile soylenebilir. Ama bu konuda konuşmak için en azından ilk 100 bölümün bitmesini bekliyorum.
  • Az çok müzik dinledim. Eski sabit diskimdeki bazı albümlere kavuştuğum için mutluyum. Kim bir daha CocoRosie diskografisi düzenleyecek veya The Decemberists çekecek diye kara kara düşünüyordum.
  • Hiç film izlemedim. "Kara Şövalye"nin gösterime gireceği gelecek cumayı bekliyorum.
Peki ben bunları yaparken neler oldu?
  • EURO2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı İspanya kazandı. Turkiye'nin yarı final oynadığı organizasyonda grup maçlarındaki muhteşem oyununa rağmen Hollanda yine kupaya uzanamadı.
  • Ergenekon kapsamında bir gözaltı dalgası daha gerçekleşti. Tüm ülke genelinde yoğun olarak "bizi de her an iceri alabilirler" esprisi yapıldı.
  • Merkez Bankası genel merkezinin İstanbul'a taşınmasını düzenleyen yasa tasarısı meclise geldi. Bu yazı için kontrol ettim, ilgili komisyonda bekliyormuş.
  • Ankara'da çok başarılı bir İFL buluşması düzenlendi. Buradaki "başarılı" organizasyon kalitesinden öte, katılımcıların memnuniyetini ifade ediyor.
  • Ankara Büyükşehir Belediyesi (Başkanı), artık bir mezunu olduğum ODTÜ'nün Ankara yerleşkesini yakmak istediğini açıkladı. ODTÜ Rektörü de "yıkabiliyorsa gelsin yıksın" şeklinde cevap verdi.
  • Pushing Daisies 12, Man Men 16 dalda Emmy adayı oldu. Övdüğüm dizlerin bu önemli ödüle pek çok dalda bu önemli ödüle aday gösterilmeleri beni mutlu ederken, Avatar'ın hiç bir dalda aday gösterilmemiş olması beni biraz kızdırdı.
  • Last.fm bir süredir beta adı altında denediği yeni tasarımıyla yayınlanmaya başladı. Daha ısınabilen görmedim.
  • Avatar'ın final bölümleri yayınlanmaya başladı. Hatta söyle belirtmek gerekirse, bu yazıyı tamamladıktan sonra yatacağım uykudan uyanabilirsem, sabah 2 saatlik son bölümü izleyeceğim.
Bu gelişmeleri, gündemi takip ettiğimi belli etmek için sıraladığımı ve sırf ilgi alanımın genişliğini göstermek için farklı konulardan seçtiğimi çok iyi bilen sevgili okuyucuya yazının burasına kadar sabırla gelebildiği için teşekkür ederim. "Bundan sonra daha sık yazmaya çalışacağım" şeklindeki "uzun aradan sora yazılan yazı son paragrafı cümlesini" de metine ekledikten sonra "okuyucuya selam, downloada devam" mottosu ile bu yazıya noktayı koyup 100 GBlik psikolojik download sınırımı nihayet bu ay geçmek için, çalışmalarıma son surat devam etmeyi bir borç bilirim.
Sağlık ve esenlikle kalınız efendim.

Çarşamba, Haziran 11, 2008

yıllar sonra tekrar, bilgisayar labında sabahlarken

Geçen dönemin sonlarına doğru yazdığım bir yazıda, bir dersten ötürü gecenin ilerleyen saatlerinde güzide bölümüzün dersliklerinden birinde olduğumuzu ve içinde bulunmuş olduğumuz durumu paylaşmıştım. Aradan neredeyse altı ay geçtikten sonra bir başka gecede ve daha da ilerlemiş bir saatte yine aynı güzide bölümümüzün bilgisayar labaratuvarlarından birindeyim. Mezuniyetimle aramdaki en önemli engel olarak gördüğüm reaksiyon mühendisliği dersinden geçebilmem için benim gösterdiğimden daha fazla çaba sarfeden, içten bir arkadaşımın yayında geceyi, bu çaba doğrultusunda sabaha yani (son) finale bağlama yolundayız. Bu sefer gülmesem de, umutluyum. Uğurlar olsun.

Çarşamba, Haziran 04, 2008

hakia.com: Yeni Nesil Arama Motorunda Türk İzi

11 Haziran 2006 tarihinde başlığını atıp, taslak olarak kaydettiğim bu yazıyı yazmak için az önce güzel bir motivasyon buldum: h Club
Hakia, yayınlandığını duyduğum günden beri, yani yaklaşık iki yıldır takip ettiğim bir internet arama motoru. Google tarafından ele geçirilmiş "internet, arama" pazarına yeni bir soluk getirmek için yola çıkmış, Amerika merkezli bir internet sitesi. Bu getirmeyi planladıkları yeni soluk "semantik" (anlamsal) arama üzerine kurulu. Arama konusunda, anlamsal kelimesiyle kastedilen, hali hazırda Google'da olduğu gibi sadece anahtar kelimelerin girilerek arama yapılmasından öte, anlamlı cümlelerle, sorular sorarak arama yapılması. Hakia'nin da aynen Google gibi bir Labs departmanı var ve burada bu fikir doğrultusunda teknolojiler geliştiriyorlar.
Benim bu şirketten haberimin olması ise temel olarak başlıkta bahsettiğim Türk izine dayanıyor. Şirketin sahibi Rıza Can Berkan olarak görünürken, yatırımcıları başında Turkcell'in de fikir babalarından ve ilk yatırımcılarından biri olan Murat Vargı geliyor. Bunların dışında şirketin yönetim ve mühendislik kadrolarında da çok sayıda Türk bulunmakta. Hakia da bu izi reddetmiyor zaten. Yaklaşık bir buçuk yıl boyunca "yakında Türkçe sayfamız yayında olacaktır" benzeri bir cümle ile anasayfalarından duyurdukları Türkçe sayfa, hafızam beni yanıltmıyorsa bu sene başında yayına girdi.
Beni bu yazım için beni motive eden h Club'i da ilk kez bu tarihlerde gördüm. Ben hemen üye oldum diye hatırlıyorum ama üye olduğum tam tarih 17 Nisan 2008 olarak görünüyor. Ya ben tarihi yanlış hatırlıyorum ya da hemen üye olmadım. Bu iki durumdan hangisi doğru bilemiyorum ama üyelik formunu doldurduktan sonra sayfayı çok derinlemesine incelemediğimi biliyorum. Bugün yaklaşık iki yıldır sayfamın altında bulunan "'hakia arama kutusunun' yeni sürümü çıkmış mıdır acaba" diyerek hakia sayfasını kurcalarken bu sayfayı da daha derinlemesine inceleme fırsatı buldum. h Clup sizin hakia hizmetlerinden yararlanmanızı sağlayan bir ara yüz gibi düşünülebilir kanısındayım. Yeni gelen hizmetlerin duyurulduğu, arama motoruna kayıtların yapıldığı bir yer. Ayni zamanda profil oluşturarak başka kullanıcılarla bazı bilgileri paylaşabiliyorsunuz. Bu açıdan bir sosyal ağın temeli olarak da görülebilir. Hakia'nin haber sitelerindeki yorum gibi yaptığınız aramaları paylaştığınız kullanıcılarla iletişime geçmenizi sağlayan bir sistemi olduğu da göz önünde bulundurulursa bunun da h Club üzerinden bir entegrasyon, yakında söz konusu olabilir (ki belki de olmuştur) ve bu da ağ konusunda bir adim olarak değerlendirilebilir. Bu hizmette beni bu yazıyı yazmaya iten şey ise kaliteli olacağına güvenimiz olana arama hizmetinden sonra yan hizmetlerini de bir çatı altında güzelce toplamasının hakia'nin geleceği açışından çok önemli olduğuna dair kanaatim.
Sonuç olarak arama hizmeti ile Google'ın en ciddi rakip adayı ile karşı karşıya olduğumuz kanısındayım. Yatırımcılar da ayni kanıda olmalı ki 2008'in Ocak ayında yapılan arttırım ile hakia'nın bütçesi 21 milyon dolara ulaşmış. Yan hizmetlerde de Google kalitesi yakalanır mi bilemiyorum ama h Club güzel bir başlangıç olarak değerlendirilebilir. Tabi sonuçta Google'ın büyüklüğü ve kalitesi (ve buraya kadar dahi 6 kez ismini andığım) göz önünde bulundurulduğunda onun yerini alması, hatta bir rakip olarak karşısına çıkması bile yakin zamanda kolay kolay tanımlanabilecek bir şey gibi görünmemekle birlikte seçeneklerin çoğalması kalitenin ve gelişme hızının artmasını getireceği için heyecanla takip edilmesi gerek bir şirket bence hakia.

Salı, Haziran 03, 2008

Nokia, The Morph Concept



Nokia'nın Morph adlı konsept cihazının yapabileceklerini göstermek için hazırlanmış bu video beni çok mutlu etti. Paylaşmadan edemedim. Videoda Nokia Cambridge Üniversitesi Nanobilim Merkezi ile geliştirdiği teknolojilerin yetenekleri ve olası uygulamaları ile ilgili güzel bir derleme yapılmış. Nanoteknolojinin hayatımıza pek çok soluk kesici yenilik kazandıracağı muhakkak ama bizim nanoteknoloji uygulama alanı olarak sadece boya sektörünü göz önünde bulundurabilmemiz gibi, bu cihazın da en etkileyici özelliği buyuk bir çoğunluk tarafından "kıyafetinize uyumlu hale getirilebilir olması" olarak değerlendirilecektir.

Proje ve çalışmalar hakkında daha detaylı bilgi isteyenler yukarıdaki videoyu aldığım, Nokia'nın ilgili sayfasına bakabilirler.

(videonun) yayına hazırlandığı tarih: 09.05.2008, 10:21

Pazar, Haziran 01, 2008

ODTÜ Finaller: Bahar 2008

Lisans seviyemin son final dönemi olması beklenen Bahar 2008 final dönemi yarin başlıyor. Son olması gerek bu döneme çok rahat girdiğim söylenemez tabi. Bazı risk ögeleri barındırıyor bu dönem benim için. Ama bu dönemin kaygısını göstermek için bir şeyler yazmaktansa yarın sabah finallerin ilk oturumunda sınava girecek Hasan'ın bir fotoğrafını koymayı tercih ediyorum. Hoş, onun kaygısı yanında benimkinin lafı bile olamaz zaten ama kaygı herkese diyebiliriz ve bu fotoğrafın uygunluğunu savunabiliriz.
Ekleyeceğim başka bir şey yoktur hakim bey.

Herkese finallerinde başarılar.

Pazar, Mayıs 25, 2008

last.fm'den iki haber

1) Sarkı söylediğini ve albüm çıkardığını last.fm'in "bu hafta en çok yükselen şarkıcılar" listesinde birinci sıraya oturmasıyla öğrendiğim Scarlett Johansson, bu unvanı elde ettiği Mayis'in ilk haftasından bu yana sırasıyla %1283, %1871 ve %872 ile üç haftadır listede bulunduğu yeri koruyor.
Sanatçının bu unvanı kazanmasında çok etkili olan, David Bowie'nin de elinin değdiği, kendi yazdığı Song for Jo adli bir şarkı dışında, Tom Waits adli Amerikalı bir sarkıcının seslendirdiği eserleri yorumladığı Anywhere I Lay My Head adlı çıkış albümü fena değil ve dinlenilmeye değer.
Son olarak sanatçıya, güzel insanların bu güzellikleri yanında yaptıkları işlerin hepsinde güzelliklerine yaraşır başarılar sergilemeleri konusunda çok iyi bir örnek oluşturduğu ve bizi bu konuda düşünmeye sevk ettiği için hiç bir zaman haberinin olmayacağı bu teşekkürü yollamayı da bir borç bilirim.

2)last.fm'de büyük grupların (başta Radiohead olmak üzere, Nine Inch Nails ve Coldplay) internetten ücretsiz dağıttıkları albüm ve singleların "bu hafta en çok dinlenen şarkılar" listesindeki hegemonyası bu haftaki Death Cab for Cutie zaferiyle sonlanmış gibi görünüyor.
Aslında sonlanmamış olsa dahi, 10 Ekim'den (Radiohead'in In Rainbows'un internetten yayınlandığı tarih) bu yana sadece Şubat başlarında Amy Winehouse'un Rehab adlı şarkısıyla birinci sırada bir hafta kalabildiği listede 12 Mayıs'ta çıkan yeni albümlerinden şarkılarla ilk iki sırayı alıp, ilk ona toplamda altı şarkı sokarak büyük iş başardığını söyleyebiliriz bu Amerikalı indie rock/pop grubunun. Hatta daha da ileri giderek bu grubun Portishead'in 10 yıldır beklenen albümünün bile başaramadığı bir işi başardığını söyleyebiliriz.
Bu durum ile ilgimi çeken grup hakkında biraz araştırma yapınca (wikipedia'ya bakinca), grubun 2004 sonundan bu yana Atlantik etiketi ile piyasaya çıktığını gördüm ve ilgilenmemi bir adim ileri taşımaya karar verdim. Şu ana kadar üç albümlerini elde ettiğim grubu yavaş yavaş dinlemeye başladım. Belki ilerde grup ve/veya albümleri hakkında da bir şeyler yazarım.

Helldorado, Milli Takım, Ülker ve A Drinking Song


Az önce, eski güzel gösterimiz Eurovision'un bu seneki ayağını izlerlerken, oylama bitiminden sonra verilen reklam arasında kafamı bilgisayarıma eğmişken kulağıma gelen A Drinking Song melodisiyle kafamı kaldırıp televizyona baktım. Dalgalanan Türk bayrakları, statta zıplayan ay yıldız bezeli taraftarlar ve hep birlikte sallanan bir Türk Milli Takımı kadrosu görünce içim bir garip oldu. Helldorado ve Türkiye'nin özel ilişkisine daha önce bu sayfada dikkatinizi çekmek istemiştim. Ama bu eğlenceli İskandinavları ve şarkılarını -Türkçe sözler yazılmış halde olsa da- Milli Takım reklamında kullanacak kadar benimsemiş olabileceğimizi düşünmemiştim.
Reklamı gerek pek sevmediğim EURO 2008 aday kadromuz gerekse, özellikle baslarda baya uyumsuz gelen Türkçe sözler yüzünden pek beğenmedim. Ama Ülker'in ilk Milli Takım reklamından sonra -bu sefer özgün olmasa da- güzel müzikli reklamlar çekmesi taktire değer görülebilir. Öte yandan bu reklam bende Turkcell'in son maç doneminde yaptığı Yasar'in Cat Stevens'in Lady D'Arbanville şarkısı üzerine yazılan sözleri seslendirdiği o kötü reklamının bende çok derin izler bırakmış olduğunu hatırlattı.
Not1: Eurovision'da yine ilk ondaki ortalama yerimizi aldık: 7.yiz.
Not2: Youtube ne alemde, hala kapalı mı, bu video ne zamanlarda izlenir bilemiyorum ama yine de elbet yılın bazı günleri de açık olacak bu site. Ondan vidoyu koymam çok yersiz olmamıştır umarım.

Çarşamba, Mayıs 21, 2008

New York, I Love You

Bu sene içinde Amerika'da gösterime girecek ve 12 tane yönetmenin 5er dakikalık kısa filmlerinin toplamı olacak film New York şehri arka planında aşkı irdeleyecekmiş. 2006 tarihli "Paris, je t'aime" filminin New York uyarlaması gibi olacakmış desek, herhalde iki filimi de izlememiş olamamıza rağmen, haddimizden buyuk laf etmiş sayılmayız. Bu tur filmlerde sık rastlandığı üzere "bir biz yokmuşuz" detirtecek cinsten uzun ve kaliteli bir oyuncu kadrosu var filmin. Son günlerin yıldızı parlayan ismi Shia LaBeouf'dan tutun, Star Wars'un Anakin'i Hayden Christensen'e, Natalie Portman'dan, Orlando Bloom'a, Ethan Hawke'tan Uğur Yücel'e ve daha pek çok isime uzanan kadroyu incelemek ilginizi çekebilir. Yönetmen koltuklarında da tanıdık ve ilginç isimler var. Son günlerde şarkıcı olarak da kendini kanıtlayan Scarlett Johansson bunlardan en şaşırtıcısı geldi bana. Başka bir şaşırtıcı isim ise oyuncu listesinde de buluna Natalie Portman. Son tanıdık ismimiz ise Fatih Akin.
Filmi izleyip izlemeyeceğimi bilmiyorum ama az önce nereden geldiğimi bilmediğim veya anlatarak zaman kaybetmek istemediğim bir şekilde filmin imdb sayfasına denk geldim ve paylaşmak istedim. Son olarak da bir dip not düşmek isterim ki filmlerin yönetmenlerinden sadece 5i Amerika doğumlu ve bunlar arasından sadece Scarlett Johansson New Yorklu.

Perşembe, Mayıs 08, 2008

7 Mayıs 2008, Redd Ankara Konseri

Kendimi genel olarak şanssız bir birey olarak nitelerim hep. Ama talih bazen beni haksiz çıkarmak adına iş yaparmış gibi de görünebiliyor. Tabi bu islerin sonucu dünkü gibi daha büyük bir hayal kırıklığına da dönüşebiliyor.
Dün yani 7 Mayıs 2008 tarihinde Ankara'da Dip Sahne adlı bir mekanda, bir kaç aydır Ankara gelmelerini beklediğim Redd adlı güzide müzik grubunun konseri vardı. Dün aynı zamanda tarihe, 22. Uluslararası ODTÜ Bahar Şenlikleri'nin de başlangıç günü olarak not düşüldü. Bu iki olayı bağlayan şey ise benim bundan bir iki gün önce sarf ettiğim bir söz; şöyle buyurdum, "Hasuş keşke Bahar Şenliği'nin ilk akşamı Ankara'da Redd konseri olsa da ona gitsek".
Tabi bunu söyleyen bünye böyle bir olasılıktan kesinlikle haberdar değildi. Konserin varlığını başlama saatinden 30 dakika önce gelen bir kısa mesajla öğrenen şahıs, içinde bulunduğu (bir önceki gecenin etkilerini taşıyan) kotu fiziksel durumdan ve üzerinde kafa patlatmaktan öteye geçemedikleri tasarım projesinin varlığından ötürü bu bilgiyi ancak "sağlık olsun" diyerek değerlendirebildi.
Bu noktada sorarım sana değerli okur, burada suçlu olan biri var mı?

Salı, Nisan 29, 2008

Persepolis, cnbc-e 'de

14 Mayis çarşamba akşamı saat 22:15'de cnbc-e'de Dünya Sineması Kuşağında izleyici ile buluşacak Persepolis adlı filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ederim. Iran kökenli bir Fransiz çizgi roman sanatçısı olan Marjane Satrapi'nin ayni adli eserinin sinema uyarlaması olan film, yazarın kendi hayatini örneğinden bir toplumun ve içindeki bir bireyin çalkantılı dönemlerine bakisi niteliğinde. Film 2007 Cannes Film Festivali'nde jüri özel ödülüne layık görüldü ve 2008 Oscar Ödülleri'nde en iyi animasyon film dalında yarıştı.


Ben Persepolis'i izledikten sonra bu filmin Türkiye'de festivaller ve sınırlı gösterimler dışında, sinemalarda geniş çapta gösterime girip girmeyeceğini merak ettim. Sonra bir marketin raflarında DVD'sine rastlayınca filmin sinema için şansını kaybettiğini üzülerek gördüm.
Filmin televizyon kanallarında yayınlanmasına da pek ihtimal vermiyordum. Iran devrimi'ni bir kız çocuğunun ve sonrasında hayata olan etkilerini genç bir kızın ağzından anlatan eseri Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu cok iyi sergilediği ve bunun gösterilmesinin toplum tarafından kaldırılamayacağını düşündüğüm için değildi ümitsizliğim. Bana göre gösterdikleri değerli ve önemli de olsa bir sinema eserini bir imge olarak alıp, bunun etrafında Türkiye'nin başına gelecekler konusunda anlamsız sözler sarf edecek ciddi bir kitle olduğu için bu toplum bu filmin geniş kitleler tarafından seyredilmesini kaldıramazdı.
Düşüncemi ne kadar anlaşılır bir bicimde ortaya koydum bilemiyorum ama Persepolis 14 Mayıs 2008, çarşamba akşamı cnbc-e kanalında gösterilecek. Sonuçta filmin bir ulusal kanalın (atv, star, kanal d, show, vb.) prime time'i kadar izleyicisi olmayan bir kanalda gösterilecek olması filmin televizyon yayını ihtimali hakkında yaptığım değerlendirmede çok haksiz olmadığımı düşündürse de bana, bu filmi izleme şansı olmamış olanlar için fırsatın oluşmuş olması çok güzel.

Not: Bazı kaynaklarda filmin Türkiye'de geniş anlamda sinema dağıtımının yapılmış olduğuna dair bir şeyler okudum. gözümden kaçan bir şeyler olmuş olabilir, bilgisi olan paylaşırsa sevinirim.

Pazar, Nisan 27, 2008

pinhani zaman beklemez dedi nihayet


Az önce pinhani'nin yeni albümü Zaman Beklemez'i ilk kez dinledim. Aslında "ilk kez dinledim" önermesi albüm içindeki şarkılar için ne kadar doğru bilmiyorum ama bir bütün olarak, adı konulmuş vaziyette ilk diyebiliriz. Bu dinleyiş neticesinde vardığım ilk yargı, albümün o bilindik, güzel ve sakin pinhani çizgisinde olduğu yönünde. Zaten biz de pinhani'den kotu bir çalışma beklemiyorduk. Ama yine de 11 Kasim 2007 tarihinde Saklıkent'te gittigimiz pinhani konserinden bu yana gruba ya da (Kavak Yelleri sonrası) dinleyici kitlesine karşı bir burukluğumuz olduğunu düşünürsek "bu albümü bir müddet, ilk albümü koyduğumuz o güzel yere yerleştiremeyeceğiz" gibi gözükmekte. Tabi sürecin ne getireceğini kim bilebilir ki.
Şarkılarla ilgili de bir iki söz söylemek gerekirse, heyecanla beklediğim "Ağlamak"ya kavuşmak güzel bir his diye baslayabilirim. Ayrıca "Ne Güzel Güldün" ve "Sevmekten Usanmam" çokça dinlenesi eserler olarak diğerleri arasından sıyrılıyor dersem küstahlık etmiş olamam umarım.

Çarşamba, Mart 26, 2008

Tarih Tekerrürden İbarettir

Bundan yaklaşık 5 sene önce görece soğuk bir İzmir akşamında, lise yatakhanesindeki odamızda çekilmiş bir fotoğrafta, objektife bakan 3 kişiden biriydim. Benim dışımda fotoğrafta yer alan kisiler ise Emir ve Ozan idi. Buraya kadar herhangi bir özelliği yokmuş gibi düşünülebilecek fotoğrafı ilginç hale getiren ise fotoğrafın ortasında yer alan kırmızı şarap şişesi ve fıstıklı baklava kutusu idi. Fotoğrafta birkaç ilgi çekici öge daha vardi aslında. Bunlar, benim yatak olarak kullandığım ve üzerine oturduğumuz minder, yine ortamızda yer alan elektrikli ızgara, olayla hiçbir ilgisi olmadığı halde karede görünen Yaşamın Temel Kuralları (YTK) kitabi ve şarap içmek için kullandığımız kupalar (aslında Emir'in elinde bardak vardi). O fotoğrafı çok severim. Hala eski güzel günleri yâd etmek istediğimde koştuğum fotoğrafların başında gelir.
Dün ise görece soğuk bir Ankara akşamında evde tek başıma otururken Gürkan elinde baklava ve yanında Ozan olduğu halde eve geldi. Evde de bir önceki günden kalma beyaz şarabımız vardı. Bir tekrara hazırdım. Tabi aradan geçen zamanın ve içinde bulunduğumuz durumun değiştirdiği bazı şeyler vardı. Mesela baklavamız cevizli ve kaymaklıydı, şarabımız da beyazdı. Ozan'ımız farklıydı, Emir'imiz Gürkan'dı. (Fotoğrafın çekildiği gün baklavayı Emir getirmişti ve Gürkan Emir'den sonra birlikte yaşamayı sürdürdüğüm elektronikçiydi.) Değişmeyen şeyler de vardı tabi. Mesela hala şarabı kupadan içiyorduk. Artık evde yaşıyor olmamıza rağmen baklavayı tabaklara servis etmek gibi bir derdimiz de olmadı yine. Ama bunlardan daha önemli olan benzerlik ise bizim hala ayni biz olarak kalmamızdı. Belki daha gerçekçi bir ifade ile ben aynı bendim demeliyim. Tabi bu cümleyi söylerken yukarıda basitçe örneklenen durum değişikliği veya ölçülebilir çokluklardaki değişmelerle ilgili herhangi bir sabitlik kastetmiyorum. Burada söylemek istediğim (daha doğrusu göstermek istemiş olduğum ve yazının bu noktası itibariyle okurumun görmüş olduğuna dair kuvvetli bir inancım olan) hala aynı hayaller ve kırıklıkları, kaygılar ve tat(lı)lar ekseninde kurulu dünyamda bunun gibi güzel anların hatırına sürükleniyor olduğum.
Bu sefer fotoğraf çekmedik ama buraya yazdığım satırlarımla not düşüyorum tarihe. Belki bundan yıllar sonra da bu okumaktan en çok zevk aldığım yazılarımdan biri olarak yer edecektir hatırımda.
26.03.2008

Çarşamba, Mart 19, 2008

Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor

Dün öğleden sonra eve dönerken, akşam sinemaya gideceğimi düşündüm ve burada telefonumu kapatacağımı fark ettim. Normal şartlar altında telefonu 7/24 açık olan ve bu zamanın neredeyse tamamında telefonla ulaşılabilir olan biriyimdir ama bazı özel durumlarda telefonum kapalı olabiliyor. İşte sineme bu özel durumlardan biri. Biraz daha düşünerek bu özel durumların bir listesini yaptım ve akşam film başlamadan bu listeyi Hasan'la paylaştım. Simdi de burada yayınlıyorum listeyi. Eğer bana cep telefonum üzerinden ulaşmaya çalıştığınızda "aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor" uyarısını alıyorsanız çok yüksek bir ihtimalle aşağıdaki durumlardan birindeyimdir:
  1. Sinemadayımdır.
  2. Şehirler arası yolculuk yapıyorumdur.
  3. Kapsama alani disindayimdir.
  4. Telefonumun bataryasının şarjı bitmiştir, farkındayımdır ama çevremde tekrar şarj etme olanağı yoktur.
  5. Telefonumun bataryasının şarjı bitmiştir, farkında değilimdir. Bu durumun en buyuk alt kümesi, o durumda uyuyor olamamdir. Bunun da en buyuk alt kümesi, o durumda hasta olmamdır.

Salı, Mart 18, 2008

kırmızı değirmen

"The greatest thing you'll ever learn
Is just to love...and be loved in return."

Eden Ahbez

Geçenlerde Mustafa Ağabey'in blogunda seyirlikler başlığı altında Moulin Rouge! ismini okuyunca garip bir duygu belirdi içimde. Herkese tavsiye ettiğim, bir zamanlar sevdiğim bir insana izlemesi için neredeyse yalvardığım bu filmi ne zamandır izlememiştim. Hatta sabit diskim ve optik okuyucumda karşılaşmış olduğum sorunlardan
ötürü bir müddettir film müziklerini de dinlememiştim. Halbuki zaman El Tango de Roxanne dinlemeden nasil gecerdi, hele de acı çekmeye devam ederken.
Filmi izlemeye gidisimi de hiç unutmam. Araya zaman ve mekan soktuğumuz arkadaşım Ozan
Özpınar ile akıbetini su anda bilmediğim, okulumuza en yakin olan EGS Bornova içindeki AFM sinemasında seyretmiştik filmi. Fırtınalı bir öğretmenler gününde şemsiyemiz ve yağmurluğumuz olmadığı halde, şehirler arası karakolu kenarında yaptığımız bir 1 kilometrelik yürüyüş sonunda bu kadar değerli bir yapım seyretmemiş olsaydık, o anı hala bu kadar mutlu anar miydim bilmiyorum.
D
ün gece filmin 2 film müziği albümünü de indirdim. Simdi onları dinliyorum ve yere yer gözümü kapatıp sahneleri hatırlıyorum. Filmi tekrar seyretmek için ise bekliyorum. Kendime söylemeye korktuğum bir şeyi bekliyorum ama en azından umudum yaşıyor.
Son olarak yazının başına eklediğim ve film başında söylenen Nature Boy şarkısının en etkileyici sözü olarak değerlendirdiğim bu iki dizeyi unutmuş olmamın utancını bana yaşatan Mustafa Ağabey'e teşekkür ederim. (Hoş o Moulin Rogue!u seyirlikler listesinden çıkarmış ama sağlık olsun.)

Cuma, Şubat 22, 2008

Etkileşimli habercilik

Etkileşimli ortamlar o kadar yaygınlaştılar ki hayatımızda her geçen gün bambaşka yansımalarını gözlemleyebiliyoruz. Bunlardan biri de haber kaynaklarının son zamanlarda gündeme aldıkları ilginç bir uygulama. Bu uygulamaya ilk kez geçenlerde Londra'da bir alışveriş bölgesinde çıkan yangınla ilgili CNN haberini izlerken rastladım. Haber, son gelişme olarak sunulurken, haber başlığının altında büyükçe puntolarla olayla ilgili görüntüsü olanların bu görüntülerini belirtilen bir e-posta adresine gönderebilecekleri belirtiliyordu. Bunun bir örneğini de bugün TSK'nin başlattığı sınır ötesi operasyonla ilgili BBC'nin internet sitesini kurcalarken gördüm:

"Are you in the Turkey-Iraq border area? You can send us your experiences using the form below:

You can send your pictures to yourpics@bbc.co.uk, text them to +44 7725 100 100 or you have a large file you can click here to upload."

Youtube sitesinin başarısından feyzalınarak uygulandığını tahmin ettiğim bu uygulama da "haberin içindeki kişiler" haber kaynağı olarak kullanılıyorlar. Haber değeri taşıyan olayın yaşandığı yerdeki bireylerin, olay hakkındaki görüşlerini ve/veya olayla ilgili çektikleri görüntüleri haber kanallarıyla paylaşmasına dayanan bu sistem uzun zamandır kullanılıyor olsa da son günlerdeki bu canlı çağrılar ve reklamlarla ilk kez bu kadar gündeme geldi ve habercinin haber yerine gitmesine gerek kalmadan bu bilgileri taşıyabilen teknolojiler sayesinde, haylice hızlandı.

Pazar, Ocak 06, 2008

ODTÜ Finaller: Güz 2007

Odtü'deki 7. normal dönemimin sonunda, 9. final dönemimin eşiğinde duruyorum. Bir önceki final yazımda, yani 7. final dönemim başında yazdığım yazıda yakaladığım bir iyimser havadan bahsetmiştim. Onun üzerinden bir yaz okulu final dönemi geçti. O dönemde bu iyimserliği koruyamamıştım. (Tabi siz bunu bilmiyorsunuz; çünkü ben yaz okulları final dönemlerinde yazı yazmıyorum.) Ama şimdi benzer bir iyi havada final dönemi eşiğinde duruyorum.Bu durumda olmamın iki temel nedeni var. Birincisi, geçen iyimserlik dönemime de sebep olan ve beni son arasınavlara çalışmaya yönelten arkadaşlarımın bu dönem başından beri bana benzer katkılarda bulundular. İkinci ve daha güncel olan sebep ise, ikinci arasınavlara denk gelen dönemde yaşadığım duygusal ve düşünsel daralma sonrasında, şu anda yaşadığım rahatlık. Bu iki temel sebep beni rahat bir şekilde final dönemine itiyorlar. Tabi bu yazının finaller başlamadan önce yazılmış olmasının da bir iyimserlik etkisi yarattığı göz ardı edilmemeli. İki gün sonra sınavlar başladıktan sonra, özellikle çarşambaya kadar olan dönemde bu kadar iyi olabilecek miyim tartışılır.
Ya da tartışılmaz. İyi olacağım elbet de ama yoğun ve telaşlı olacağım. Bunların ayrımına varmam gerek artık. Değil mi ey okur?
Son olarak, bahar 2006 finallerinin ilk sınavına Doluca Şarapları ile hazırlanan Emre Yılmaz, şimdi de kendini Yeni Rakı'nın eline vermiş şekilde yazıyor bu yazıyı sizlere. Yeni Yıl kutlamalarından çıkamayan genç Emre, halen Türkiye'de yeni yıl eşittir Yeni Rakı demekte:)
Sevgilerle anacığım. Finaller arifesindeki herkese de sınavlarında başarılar dilerim. Siz de bana dileyin.

Salı, Ocak 01, 2008

yeni yılın ilk yazısı: "Yazılar"

Bu yazıyı geçen senenin son ayının başında yazmayı planlıyordum. Sonra bir içerik değişikliğiyle ay sonu programımıza dahil ettik ama yetişemedi sayın okur, özür dileriz. Ama bu gecikme yeni yılı, seyrettiğim bir film ya da dinlediğim bir şarkıdan daha çok bana ait olan, ya da daha doğrusu benden olan bir şeyleri anlatarak açma fırsatı tanıdı. Bunun için de kadere ben teşekkür ederim. Malum yeni yıla nasıl girersek, öyle devam edermişiz:



Hayat yazdığımız yazılar gibi, bir cümlenin ardına, onunla anlam bütünlüğü taşıyan cümleler getirme telaşıdır. Hayatta da aynen yazıdaki gibi, paragrafa başlarken, paragrafın sonuna ne yazacağımızı öngörme hakkımız vardır . Ancak duraksız yazım sırasında, planlamadığınız bir cümle kullandığımızda artık o varma niyetinde olduğunuz cümleyi yazamadığımız gibi hayattı da bazen istediğim yerlere götüremez, istediğimiz eylemleri gerçekleştiremeyiz.
Ama hayatın bir güzelliği de vardır. Hiçbirimizden kusursuz yazarlar olmamızı beklemez. Yaptığımızın işin zorluğunun farkındadır ve bize istediğimiz yerde yeni paragrafa başlayabilme özgürlüğü verir çoğu zaman. Tabi bunun da bazı şartları, gereksinimleri ve tabi ki sonuçları vardır. Bir de bunun dışında, bazen bize istememize rağmen zorla paragrafı yaptırır. Bu, ilk belirttiğim paragraf hakkı kadar güzel bir şey değildir ama onun kadar gerçektir.
Tabi sizin isteğinizle olsun ya da olmasın, zorunluluk yüzünden paragraf yamak çok mutlu edici bir şey değildir. İnsan çoğu zaman, bunu durumu kabullenmeyle ilgili sorunlar yaşar. Ben de yaşadım. Şimdi en şiddetli yaşıyorum.
Yine kaybettim!
Tatil bitti!


Aralık ortası ile sonu arasında yaşadığım duygusal ve düşünsel çöküntüden bahsetmiştim daha önce. Bir müddet daha bahsetme ihtimalim olduğu için onun bir dışa vurumunu paylaşma gereği hissettim. Yazı bunun için var.