arama

Cuma, Aralık 28, 2007

diziler

Madem Pushing Daisies'den laf açıldı, aynı şekilde izlediğim diğer dizileri de kısaca sıralayayım da insanlığa bilgi olsun:

Avatar: The Last Airbender
Son hava bükücüsü ve aynı zamanda Avatar olan Aang ve arkadaşlarının, dünyayı işgal etmeye çalışan Ateş İmparatorluğu ve onun lideri olan Ateş Lordu Ozai'a karşı olan mücadelesi anlatılıyor. Bu mücadele dahilinde sadece hava bükme bilgisine sahip olan Aang'in diğer disiplinlerde de eğitim alıp, tam olarak uyanmış bir Avatar olama çabası da sergileniyor. Çokça çocuksu ögeler içeren bir senaryoya sahip olmasına rağmen insanı her daim tebessüm etmeye itebilen ve basit bakış açılarından da olsa hayata dair güzel yaklaşımlar getiren bu dizinin daimi bir izleyicisiyim.
Şu anda yazmakta olduğum diziler arasında sezon arası/sonu tatilinde olmayan tek dizi olan Avatar, 10 bölüm sonra maalesef bitecek. Toplamda 3 sezon olacak sizinin 61 bölümü olmuş olacak. Şu anda 51. bölümde.



Lost
Hakkında fazla bir şey söylenmesine gerek olduğunu sanmadığım güzide dizimiz. Adaya düzen insanların hikayesi. Türkiye'de dahi çok bilinen ve dahi çok sevilen bu dizinin takipçilerinden biri de benim.
3 sezonu tamamlanmış olan dizinin 4. sezonunu heyecanla bekliyoruz ancak 16şar bölüm olası tasarlanan bu son 3 sezonun ilki olacak olan 4. sezonun senarist grevi yüzünden 8 bölümde kalma ihtimali var. Ama ne olursa olsun 31 Ocak'ta 4. sezon başlıyor, 8 ya da 16 bölüm, izleyeceğiz.





How I Met Your Mother

Çok tanınan ve çok sevilen başka bir dizimiz de How I Met Your Mother ya da kısa adıyla HIMYM. Gelecekteki Ted'in çocuklarına anneleriyle nasıl tanıştıklarını anlatma hikayesi 3. sezonunda. Hoş grev yüzünden 3. sezon yarım bir şekilde bitti. Düşük izlenme oranları yüzünden dizi bitme tehlikesiyle karşı karşıya. 4. sezonlarında kısa bir seri ve güzel bir final bekliyoruz artık. Zaten hikaye yeterince uzadı galiba.






Pushing Daisies
Geçen yazımda ne kadar güzel olduğunu anlattığım dizimiz. Genç pastacımızın bir özel yeteneği etrafında dönen bir hikayeye sahip. Pastacımız, dokundu ölüleri hayata geri getiriyor. Hayata getirdiği bir ölüye tekrar dokunursa da onu sonsuza kadar öldürüyor. Tabi insanları hayata getirmenin bir bedeli de var. Eğer hayata getirdiği bir insanı bir dakikadan uzun bir süre hayatta tutarsa, hayata getirdiği bu ölünün hayatına karşı rastgele bir kişinin hayatı sona eriyor.
Pastacının bu yeteneğini keşfetmesi, kullanmamaya karar vermesi ve sonra kullanmaya başlamasıyla olaylar gelişiyor. İzleyin anneciğim.



Mad Men
Mad Men, bu diziler arasında en az izlediğim ve yayınlanan bütün bölümlerini izlemediğim tek dizi. İlk 3-4 bölümünü izledim ama devam edeceğim gibi duruyor.
70lerde reklam dünyası ve reklamcıların hayatının yansıtıldığı başarılı bir drama. Etkileyici performanslar var, izledikçe daha çok paylaşırım.






Bu dizilerin yanında bu sene televizyon izleme olanağım olsaydı bu sezon başlayan bir kaç yerli diziyi takip etmek istiyordum. Bunlar Bıçak Sırtı, Elveda Rumeli, Parmaklıklar Ardında ve yeni başlayan Halide Edip'in Sinekli Bakkal'ı. Özellikle ilk birkaç bölümünü izlediğim Bıçak Sırtı Türk dizi dünyasına yeni bir soluk getireceğe benziyordu. İnşallah yazın tekrarlarını seyredebiliriz.

Salı, Aralık 25, 2007

Pushing Daisies hakkında...

Yıl bitmeden bir iki yazı yazayım da Aralık kotasını doldurayım. Hem bu şekilde aralık başlarından beri geçirdiğim çalkantılı döneme bir virgül koyduğumu da eşe dosta, varsa okura duyururum.
Bu, yılın son ayında geçen yıldan, yaşanmışlardan, mutluluklar ve üzüntülerden bahseden kişilerden olabilmek isterdim herhalde ama bu seneyi de bu tür insanlardan olamamış şekilde bitireceğiz. Ne yapalım, sağlık olsun. Ama yine de bu aya ayrı bir değer verdiğimizi göstermek adına geçen sene yaptığımız gibi Aralık ayındaki Emre ile ilgili bir şeyler söyleyelim. Geçen seneki unutkanlık hissini/bilgisini bu Aralık'a da taşıyan genç Emre, en azından bu Aralık, mutlu olmak adına güzel bir keşif yaptı: Pushing Daisies!

Aslında buna tam olarak keşif denemez. Daha çok 22dakika.org'da çıkan bir kaç yazının uyandırdığı merakı yeni sabit diskimin verdiği rahatlıkla bastırma çabası içine girmem olarak nitelendirilebilir. Ama adı en olursa olsun Amerikan abc kanalında yayınlan bu "sıcacık" dizinin bütün bölümlerini internetten temin edip, izledim. Bu noktada şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki Pushing Daisies, hayatım boyunca seyrettiğim en iyi yapımlardan biri. Bu saptamaya varmamda, benimle birlikte diziyi takip etmeye başlayan ve zevkine çokça saygı duyduğum bir arkadaşımın övgülerinin de etkili olduğunu söylemeden edemeyeceğim.

Dizinin başarısı dizi ve sinema dünyasında da kabuk görmüş olacak ki, bu mütevazi dizi 3 dalda, Altın Küre adaylığıyla onurlandırılmış. Yalnız diziyle ilgili bir sorun var ki; 9 . bölümünde bulunan dizimiz Amerika'daki senarist grevinden etkilenmiş durumda. Hali hazırda yeni bölüm senaryosu bulunmayan dizinin akıbeti merak uyandırıyor. Hele son bölümde kalan notkada bu merak biraz daha da yükseliyor.

Salı, Kasım 20, 2007

gülümse :P

ben de burdayım :)
kolunda EtOH yazan adam

yer: odtü kimya mühendisliği z120 dersliği
zaman: 20.11.2007/23:23
durum: sonuna kadar tasarım

sinirler gergin, herkes gülüyor :)

Pazar, Kasım 11, 2007

doğru

Bugün ne kadar kısa bir zamanda, fütursuzca ve ne kadar akıcı bir şekilde doğruları sıraladım ardı ardına. Emeği geçen herkese teşekkür ederim. Özellikle Emir, Hasan ve Emre'ye.

Pazartesi, Kasım 05, 2007

görevi almak ve yapmak...

güzelsin biliyorum
yerde gökte yoktur eşin

ama benim de gençliğim var
bir defa gitti mi geri gelmez
söyle bana anka kuşu
bir ömrü adamaya değer misin
(Anka Kuşu, Erdal İnönü)

NTV'de Can Dündar imzasıyla yayınlanan, Erdal İnönü'nün verdiği son röportajın kaydını;

izleyin

(şaşırın,
heyecanlanın,
duygulanın,
gülün,
ağlayın,
gururlanın,
utanın,
vb*)

ben yaptım.



*Sizin dile getireceklerinizi yorum olarak beklerim.

Çarşamba, Ekim 31, 2007

2007 bitmeden beklenen film


Biraz geç bir duyuru olacak ama geçenlerde sinemaya gidince içimde bu filmle ilgili, gösterime girmeden önce bir iki şey söyleme isteği geldi. Tabi isteğin yanında söylenebilecek sözler de gelseydi güzel olurdu ama gelmediğine göre filmle ilgili önce resmi yapım güncesinde yayınlanan yazıyı paylaşalım:

“Eşkıya”, “Gönül Yarası”, “Herşey Çok Güzel Olacak” ve “İnşaat” filmlerin yapımcısı FİLMACASS ile “Hababam Sınıfı Askerde”, “Hababam Sınıfı 3,5”, “Maskeli Beşler Irak” ve “Sınav” filmlerinin yapımcısı FİDA FİLM, dev bir işbirliği ile 2007 sinema sezonuna damgasını vurmaya hazırlanıyor….

Başrollerinde ŞENER ŞEN, KENAN İMİRZALIOĞLU, İSMAİL HACIOĞLU, RASİM ÖZTEKİN ve ASLI TANDOĞAN’ın yeralacağı KABADAYI filminin senaristi “Gönül Yarası”, “Eşkıya”, “Gölge Oyunu”, “Muhsin Bey”, “Fahriye Abla”, “Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” gibi Türk Sinemasının unutulmaz eserlerini hayata geçiren YAVUZ TURGUL. Yönetmen koltuğunda ise “İnşaat” ve “Herşey Çok Güzel Olacak” filmlerinin yönetmeni ÖMER VARGI olacak.

Sitede bazı teknik konularda çalışılan isimlerin büyüklüğüne de vurgu yapılıyor ancak benim için yukarıdaki kısım heyecanlanmak için yeterli. Şu ana kadar Şener Şen'i gördüğüm hiç bir görsel içeriği izlemekten memnunsuzluk duymayan ve hala yazıtura filminin etkisinde olan biri için sadece iki oyuncu ismi yeterli. Ama zaten yetmezmiş gibi güzel birer yönetmen ve senarist isimi de ekliyor film. 2007'miz güzel biteceğe benziyor. Heyecanla bekliyoruz.

Filmin imdb sayfası: http://www.imdb.com/title/tt1051907/

Erdal İnönü de...

Bülent Ecevit'i kaybetmemizin üzerinden bir yıl geçmesine bir hafta kalmışken Türk düşün ve siyaset dünyasının yaşayan en önemli temsilcilerinden birini daha kaybettik. Milli Şef İsmet İnönü'nün küçük oğlu, Türkiye'de önce bilimin, sonra siyasetin ve sonra tekrar bilimin gelişmesi için olağanüstü çabalar sarf etmiş Erdal İnönü vefat etmiş. Dünya'nın sayılı fizikçilerinden biri olarak bildiğimiz ve şu anda okumakta olduğum okul dahil olmak üzere Türk bilim yaşamına kalıcı eserler bırakılmasında katkısı çokça bulunmuş bir insanın bu yönlerini ön plana getirmek isterdim beni üzüntüye sevk eden bu haberi paylaşırken ama CHP'yi düşünerek vurguyu son bir senelik zaman zarfında kaybettiğimiz 3. önemli sosyal demokrat olmasına yapacağım. Bülent Ecevit ve İsmail Cem'den sonra bu bir yıl içinde Erdal İnönü yani benim aklım erdiğinde gördüğüm ilk sosyal demokrat lider hayata gözlerini yummuş. Merhuma Allah'dan rahmet yakınlarına başsağlığı dilemekten başka bir şey gelmiyor elimizden yine. Zaten bu kaybın içene düşürdüğü durum da bu: Çaresizlik. Daha çok değerlere ihtiyacımız varken var olanlar da hep birlikte kayıp gidiyorlar.

Not: Fotoğraf ODTÜ Fizik Bölümü'nü öğretim görevlisi Sibel Baskal'ın Erdal İnönü ile ilgili hazırladığı sayfadan alınmıştır.

Pazar, Ekim 21, 2007

yer yer yağmur yağıyor Ankara'ya

Koray Candemir'in Sade albümünden Nefesini Tut adlı parça çalıyor.
Emre Yılmaz daha önce yüz binlerce kişi tarafından belirtildiğine emin olduğu "hava durumunun insan ruh haline etkisini" düşünüyor. Düşüncesi dahilinde evinde şu anda bulunan loş ortam içindeki iki bedenin üzerine çökmüş sıkıntının havaya bağlı olması ihtimali, kendinin kış sevgisi ve birinin önceden gelen sıkıntısıyla çekişiyor. Kim kazanacak bilmiyoruz.
Kim kazanacak bilmiyoruz ama oyumuzu da kullandık. Halk oylamasında "kim kazanacak" ne demek onu da bilmiyorum ama artistik bir tekrar olsun diye demiş bulunuyorum. Ama halk oylaması hakkında anlamlı bir şey de gerekirse, bu kadar temel bir değişikliğin bu kadar çok soru işareti içinde ve bu kadar sessiz oylanacağı tek ülkenin bizimkisi olabileceğine dair düşüncemi söyleyebilirim.
Gündem ne kadar hızlı değişiyor.
Yer yer korkuyorum bile.
Kısa yazı 3. şarkıda bitti: Koray Candemir - Eskisi Gibi Olmaz

Pazar, Ekim 14, 2007

Helldorado


Helldorado'yu hepiniz biliyorsunuzdur. En azından grubu bilmeseniz bile "A Drinking Song" adlı şarkılarını illa duymuşsunuzdur ki ben bu sayfayı okuyan herkesin grubu bildiğine de eminim. Benim, sizin şu anda olduğunuza emin olduğum bu bilgi seviyesine ulaşmam ise 17 Ocak 2006 tarihinde düzenlendiğini sandığım Radyo EKSEN'in 7. yaşına girişini kutladığı etkinliğin duyurularının yapılmaya başlamasıyla oldu. Bu duyurular yayınlanana kadar en fazla 5 dakika, sadece merakımı dindirmek için internetten dinlediğim bir radyoda, ne kadar sık çalıyor olsalar da bu grubun parçalarını dinlememiştim. Ama sevdiğim bir basın yayın grubunu, belirli bir çizgiye sahip olduğuna inandığım bir radyosunun yaş gününe ta Avrupalar'dan bir grup getiriyorsa ve bunu bangır bangır duyuruyorsa diğer kanallarında ve hatta bu da yetmezmiş gibi bu Norveçli müzik grubunun Türkiye'ye gelecek olması, zaten bir avuç olan kültür-sanat programlarında ve bolca ama bomboş olan müzik programlarında kendisine ziyadesiyle yer buluyorsa benim de bu grubun yatığı müziği dinleme zamanım gelmiştir demiş ve şarkılarını aratmıştım limewire'da. Tabi sadece bir şarkı buldum doğru düzgün paylaşılan. Hepinizin bildiği üzere bu şarkı "A Drinking Song"du. An itibariyle bu kadar garipsememiştim sadece bir şarkılarının yoğun olarak paylaşılmasını. Zaten yine yanlış hatırlamıyorsam o günler limewire'ın lisans koruma eklentisinin çalışmaya başladığı ilk günlerdi ve genel olarak paylaşımlarda bir daralma yaşanıyordu.
Şarkıyı indirdim. Dinledim, dinlettim. Tabi o etkinlik dahilinde Türkiye'ye gelmelerinin üzerinden zaman geçtikçe şarkıyı dinleme sıklığım azaldı. Ama arada sırada rastladım bu şarkıya. Ama başka şarkılarının olup olmaması gerektiğini nedense süreç boyunca hiç düşünmedim. Daha sonraları adlarından çok bahsedilmemesi hep "tek şarkıyla/albümle popüler olup sonra sönen grup" olgusuna bağladım. Tabi ortada ilginç bir durum vardı çünkü Helldorado'nun olduğu gibi popüler olan yani sınırlı bir çevrenin -bu sınırlı çevreye farklı adlar verilebiliyor- sıkı sıkı bağlandığı gruplar genelde ilerleyen albümlerinde daha geniş çevrelere açılma isteği doğrultusunda daha "popüler" işler yapınca gözden düşerlerdi ama Helldorado için böyle bir şey söz konusu olmamıştı.
Sonra gel zaman git zaman bilgisayarıma format attıktan sonra silinen o güzel şarkıyı indirmek için arama yapıp torrent sitelerinde grubun adına rastlayamayınca şaşırdım. Bu kadar popüler olduklarına inandığım bir grubun torrentte albümlerinin ve hatta şarkılarının olmaması çok garipti. Sonra internette grup hakkında arama yapınca gördüm ki Helldorado aslında dünya ya da Avrupa çağında ünlü bir grup değilmiş. Türkiye, anavatanları olan Norveç'den sonra en sevildikleri yermiş. Bunları özellikle wikipedia'nın ilgili sayfasında okumuş olmama rağmen inanamamıştım ama sonra kendi sitelerine girince, bilginin doğru olabileceğine kanaat getirdim. Neredeyse 2 yıl önce ülkemize gelen bir müzik grubu sitelerinde hala son haber olarak Türkiye'de NTV kanalı ile yaptıkları röportajı sunuyorlar. Zaten haber başlıklarından pek çoğu Türkiye ziyaretleriyle ilgili.
Benim bunca zaman dünya çapında kendilerine has şöhretleri olduğunu zannettiğim bir grubun bu durumda olması hoşuma gitti. Paylaşmak istedim. Biraz uzun ve gereksiz oldu ama buraya kadar okuyanların beni mazur göreceklerine eminim.

Cuma, Ekim 05, 2007

heyecansız beklenen iftar ardına heyecanla yazılan yazı

"...dün gece yastığa başımı koyarken güncel iyimserlik dönemimi de bitirdim"

Dün yazdığım bir cümle. Bu cümleyi yazarken bir düşüşü hayal etmiştim. Hani şu filmlerde ve romanlarda çok kullanılan, yatağında uykusundayken bir anda altından yatağının kaybolduğunu hissedip düşmeye başlayan adamı hayal etmiştim tam olarak. Şimdi anlatacağım şey de çoğu zaman bu hikaye parçasının ardından gelen, karanlıktan uzanan bir kolun düşen adamın elinin kavraması ve onu kurtarması olarak tasvir edilebilir.
Dün akşam Hasan'la birlikte lise mezunlarımızın düzenlediği iftar yemeğine gittik. Sıkıcı geçeceğini sandığım etkinlikte hiçbir şey yapmamış olamama rağmen mutlu olduğumu gördüm. Genç ve yaşlı çoğu mezunumuzun yanında olmak bana ciddi miktarda ümit ve güven aşıladı. Normal zamanlarda sinirleneceğim ve takılacağım bazı şeylere ve ve belki insanlara rağmen geceden mutlu ayrılabilmemi de bu ümit ve güven sağladı zaten. Aslında belki mutluluğu yaratan insanlar değildi ama onların sayesinde ben yolumu aydınlatabildim ve dün bittiğini zannettiğim iyimserlik dönemim devam ediyor.
Ama belki bu da bir adımdı. Eğitim hayatımda bir basamağın daha sonuna yaklaştığım şu günlerde hayatımda daha büyük değişimlerin yaşanacağı gibi bir kanıya kapılıyorum bazen. Bunu onaylayacak şekilde içimde kıpırdanmaya başlayan bir şeyler var. Umarım üretken olur.
Bütün "çökmüşsün" diyenlere duyurulur.

Resim: Simon Vouet'den "Saturn, Conquered by Amor, Venus and Hope." (isimden pek emin değilim)

Perşembe, Ekim 04, 2007

çok beklenen gevende konseri ardından yazılan yazı

Dün şarap günüm olduğunu sanmıştım ama gördüm ki yine cin günüymüş. Sıradan olmak en iyi yaptığım şey olabilir. Öte yandan farklı olmak en sık yaptığım şeylerden biri. Ya ben öz gözlemimde yanılıyorum ya da burada yanlış olan bir şeyler var.

Aslına bakarsanız var da. Hayat başlı başına yanlış. Ne kadar da yavan bir söylem değil mi? Yavan olmak zorunda çünkü ben sıradanım. Şimdi olmak zoruna çünkü dün benim güncel iyimserlik dönemimin en şiddetli yaşandığı ve son günüydü. Zirvede bırakma merakı diye özetler belki bazıları ama ben nedensiz diye özetleyeceğim şekilde dün gece yastığa başımı koyarken güncel iyimserlik dönemimi de bitirdim. Tekrar hayattan ve özellikle insanlardan hazzetmeme dönemine girdim.
Her ne kadar bu benim son yıllardaki normal duruşum olsa da ve bir yerde normale dönüş yapmış olsam da durumum bana gayet garip geliyor. İnsanları takdir edebilen, sayabilen ve hatta yer yer sevebilen (ama tabi ki kesinlikle belli etmem/edemem) biri olsam da topluluklara ve onların oluşturdukları bu düzene yani hayata neden aynı şekilde yaklaşamıyorum?
Tabi bu sorgu cümlesi de burada kalacak, çünkü her zamanki gibi kolaya kaçacağım ve soruyu cevaplamaktan sa insanlar şöyle kötü, böyle pukaka diyeceğim ve bir müddet daha hayatıma böyle devam edeceğim. Bir zaman sonra sorgulamak/sorgulanmak temennisiyle.

Çarşamba, Eylül 26, 2007

1s1s1s1s1

Bugün okuldan dönerken fark ettim ki lastik tekerlekli taşıt yolu kaplamasında yaylamamalı (bu benim için) ve sollamanın tersi anlamanında sağlama yapmamalı (bu da araç sürücüleri için).

Cuma, Eylül 21, 2007

yaz sonu, güz başı: Ankara'ya dönüş

Tekrar Ankara'dayım. Ders kayıtlarımı yaptım. İnşallah lisansta son senem olur. Tabi bunun olabilmesi hali hazırda yaşadıklarıma benzer pürüzlerin aşılması gerek. E
Ramazan'dayız. Yaz Ramazan'ı zor olacakmış, fark edildi. M
Bilgisayarım bozuldu. Tamir edilebilir olduğunu var sayıyorum ama nedense uğraşmıyorum. R
Blogger dashboardumda beni bekleyen 3 draftım var. 2'si bu yazdan, biri geçen yazdan. 3'ünü de tamamlayabileceğime eminim ama (yine) nedense tamamlamıyorum. Özellikle Gencer'i bilgilendirmek isterim ki bu draftlardan biri, seçim yorumum. E
Son 3 cümleyi yazarken daha iyi fark ettim ki bu yaz itibariyle Türkçe anlatımlarımda daha fazla yabancı kelime kullanıyorum. Bu beni rahatsız ediyor. Ama (yine) nedense artık azaltmaya çabalamıyorum. Y
Hasan'ın yorumunda belirttiği gibi bu sezon yeni bir kadro ile yine aynı evde devam ediyoruz Ankara'daki sabitliğimize. En azından kendi sabitliğime. Gürkan ve Hasan hareket edebilirler, hatta ederler. I
Ev demişken odama bir dolap almam gerek artık. L
Oda demişken artık odama yerleşmem gerek. M
Facebook güzel site. A
Son. Z

Pazar, Temmuz 08, 2007

Transformers: More Than Meets the Eye

Küçükken, hem de çok küçükken Star'da izlediğim ve herkes gibi hayranı olduğum çizgi dizi Transformers'ın filiminin çekileceğini duyduğumda, o dönemde yayınlanmaya başlayan Citroën C4 reklamlarının da etkisiyle "artık zamanı gelmişti" demiştim. Autobotlar ile Decepticonları'ın mantığa pek hitap etmeyen hikayeleri nedense bizi çok etkilemişti ve aradan geçen onca Transformersız yıla rağmen içimizdeki eski dostları görme arzusunu korumamızı sağlamıştı.
Ardından zaman geldi ve geçen hafta filmi izleyebildik sinemada. Yapımcılığını Deramworks yapmış filmin. Buna bağlı olarak da özel efektler Industrial Light and Magic'in elinden çıkmış. Görsel olarak çok başarılı bir iş yapılmış. Bunun yanında filmin hikayesi, serinin doğal anlamsızlıklarını taşıyor olsa da eğlencelik bir film olmuş. Bu tür, büyük bütçeli bir blockbuster adayından bekleneceği düzeyde Amerikan propogandası dışında, izleyicinin sinirini bozacak çok unsur yoktu kanımca. Mesela esas kız ve oğlan robotlar onları öldürmeye çalışırken sevişmiyorlar. Her uyarlamada olduğu gibi, kesinlikle bunda da fanları rahatsız edecek değişiklikler vardır. Ama ben Türkiye'de kendine Transformers fanı diyecek çok insan olduğunu düşünmüyoum, ondan bu tarafta bunun tartışması pek dönmez. Benim takıldığım iki unsur ise; Optimus Prime'ın yanarlı dönerli (yanında alev çizimleri olan) ve burunlu bir tıra dönüşmesi (biraz genç bir Prime figürü çizmek istemişler herhalde, tabi nasıl olacaksa) ve Decepticonlar'ın renksiz, soluk karakterler olmalarıydı.
Son not olarak filmin bayan karakteri Megan Fox'a dikkat edilmesi gerektiğini söylemek istiyorum. Projenin devam filminin de geleceği kesin olduğunu göre, yeni filmin yazısında görüşmek üzere diyip noktayı koyuyorum.

Perşembe, Haziran 28, 2007

en kötü şarkı

Aranızda merak eden olabilir diye paylaşmak istedim; en kötü şarkı yapılmış. Geçen haftaki Adana ziyaretimden arda kalan en büyük kazanç, Kral TV'de bu şarkıya rastlamamdı herhalde. Zaten bu yaz müzik dünyası için çok haraketli geçerken, iyi işlerin yanında çok kötülerini de görmemiz kaçınılmazdı. Serdar Ortaç'ın 10 yılın en ticari parçası diye Bengü'ye verdiği Korkma Kalbim adlı parçanın dile dolanamadığını düşünürsek en azından bu şarkı "geniş kitlelere hitap edebilen şarkılar" katagorisinde görülebilir. Sözü daha fazla uzatmadan sizi Maskeli Kız'dan gelen Ceza adlı parça ile başbaşa bırakayım:

Perşembe, Haziran 14, 2007

Hediye


Hediye vermek güzel bir şeydir.

Güzel bir hediye verebilmek daha güzel bir şeydir.
Güzel hediye seçebilmek en güzel şeydir.

Ben bu güzelliklerden herhangi birine sahip olan şahıs değilim. Hep olmak istedim ama hiç olamadım. Ya da bazılarına az da olsa sahip oldum ama hiç bir zaman istediğim seviyelere getiremedim bu sahipliğimi. Hatta sahipliğim bu üç güzellik önermesinde aşağıya inildikçe sıfırı gördü her zaman.
Ben asla güzel hediyeler seçemedim. Bunu her zaman "düşünmüş olmak önemlidir" diye düşünmüş olmama bağlıyorum. Halen bu düşünce içindeyim ama bazı özel anlarda, özel insanlara, özel hediyeler verebilmek de isterim aynı zamanda. Fakat bu isteğime kısa zamanda sahip olabilecekmişim, kısa zamanda bu güzelliklerin en güzeline sahip olacakmışım gibi görünmüyor. Halbuki hep daha önceleri, büyüyüp ciddi miktarlarada para kazanmaya başlayınca çevremdeki insanlara çok güzel hediyeler alacağımın hayallerini kurardım. Ama şimdi, bir kaç yıl sonra gerçek miktarlarda para kazanmaya başladıktan sonra da durumun çok değişmeyeceğinin farkındayım.
Eğer bir değişim olacaksa hediye verme alışkanlığım ve verdiğim hediyelerin niteliğinde, önce bende değişim olmalı; bunun farkındayım. Eskiden birine verilecek en mutlu edici hediyenin onun asla ulaşamayacağı isteği olduğunu düşünen benim, asla ulaşılamayacak istekleri insanlara vermek suretiyle onların hayallerini ve yaşantılarını geri dönüşsüz biçimde zedelediğinin farkına varmış olmam da umarım bu değişimin ilk adımı olur.
Bu sayfada hep bir değişim, bir gelişimden bahsediyorum farkındayım ama hayatı böyle bir evreden geçen bir insanın en temel değerleri de bu değişim ve gelişimdir. Ben burada sesli konuşarak bu değişimi hediyelerle ilgili cümlelerde belirrtiğim güzelliklere yöneltme çabasındayım. Umarım siz de yardımcı olursunuz. Sonunda size güzel hediyeler verebilirim.

Bana bunları yazdıran ise bir kaç saat kadar önce gördüğüm, evine gitmeden önce çozuklarına 4 tane Algida Max dondurma alan orta yaşlı adamdı. Biz ise o sırada Algida Carte d'Or Classic götürüyorduk evimize.

Pazartesi, Haziran 04, 2007

birbirleriyle alakasız sözler ve fotoğraflar

Ben aslında buraya yazdığım pek çok yazıyı tek solukta yazıyorum. Zaten ben genelde yazılarımı bu şekilde yazarım. Yani yazarım ve geçerim. Yazıya son halini vermeden önce geriye dönüp, şurası nasıl olmuş burası nasıl olmuş diye son bir kez okuma alışkanlığım yoktur. Ben yazıdığım şeyi tekrar okuyacaksam ona son halini verdikten sonra tekrar okurum. Bunun iğrenç bir özellik olduğunun da farkındayım aynı zamanda. Bu özellikten kurtulmaya da çalışıyorum tabi ki. Hatta siz bu blog üzerinden bunu gözlemlemektesiniz. Bir kaç yazımda "şu tarihte başladım, bu tarihte devam ettim" benzeri ibareler gözlemlemiş olmalısınız. Bunlar genel olarak bu iğrenç özelliğimden kurtulma adına atılmış adımlardı ama daha ciddi sonuçlar elde ettiğimiz söylenemez ne yazık ki. Ama en azından çaba olduğunu bilemek de kualağa hoş geliyor değil mi?
Gelmiyor mu?
Bu fotoğrafları sadece konularla alakasız olsun diye koymadım. Fotoğrafların seçimi az önce yazı yazayım dememin ardından kafamın bir yerinden "şu fotoları da bu yazıya ekleyelim" sesini duymamla ilintilidir. İlk fotoğraf manzara fotoğrafıdır, ilk bölümde belirttiğim insani sorunla bir şekilde ilintilendirilebilinir belki ama taşınacağımı söyleyeceğim bu bölümden önce benim defterim üzerinde Büküş'ün telefonu olduğu halde görüntülenmiş fotoğrafın ne işi var ben de anlayamadım. Ama dediğim gibi fotoğraftan bağımsız bir şekilde bu akademik yılda kaldığım evden de en geç bir ay içinde taşınmış olacağım. Bu sefer yeni bir evde, yeni bir kadroyla merhaba diyeceğiz yeni akademik yıla. Daha doğrusu -yüksek ihtimalle- yaz okuluna. Yaz okuluna ben yalnız da merhaba diyebilirim tabi. Hele şu önümüzdeki hafta da bir bitsin de biz tekrar çıkalım ev aramaya ve önümüzü daha net görelim.

Sağlıcakla kalınız anacım!

Pazartesi, Mayıs 28, 2007

Mayıs ayının gelmesi ile efsaneler yeni yüzlerini bir bir göstermeye başladı

Uzunca bir sessizliğin (bir ay) ardından seri plarak yazdığım yazıların yeni bir tanesine hoşgeldiniz.
Bu yazımda mayıs ayı itibariyle elimize ilk görüntüleri düşen iki çokluortam efsanesinden bahsedeceğim. Efsaneler arasında çok net bir şekilde ayrım yapabileceğim ve bir tanesini kayırabileceğim için önem sırası gütmeden açıklanma tarihlerine göre sıralamak istiyorum bu güzellikleri:

1. Starcraft II : 19 Mayıs sabahı Güney Kore'nin başkenti Seul'de efsane oyun, gerçek zamanlı stratejilerin en iyisi Starcraft'ın devam oyunu duyuruldu ve bir fragman ve bir gerçek oynanış videosu yayınlandı.





2. Star Wars: The Clone Wars : 2 boyutlu animasyon Star Wars serisi Clone Wars'un yeni ve 3 boyutlu versiyorunu. Elimizde daha sadece Star Wars 30. Yıl kutlamasında yayınlanmış ilk görüntüler var. Star Wars 3'ün gösterime girmesinin hemen ardından duyurulmuş bir projeydi, gelişmeleri paylaşma ihtimalim yüksek.


Not: Star Wars videosunun youtube versiyonunu bulamadığım için, sizi sinir bozucu Lucas Film flas oynatıcısa yönlendirdim, kusura bakmayınız.

Pazar, Mayıs 27, 2007

geçen ay, bir aylık sürenin geçmiş olduğunu vurgulamak için kullanılacaktır bu yazıda ve tamamlanmış bir süreci ifade etmektedir

Bana bu en uzun başlıklı yazımı yazdıran olay, bundan önce bana bir kaç yazı daha yazdırmış olan son yazımdan bu yana görece uzun bir zaman geçtiğini farketmem durumudur. Son durumda bu görece uzun zaman tam bir aydır. Genelde hesep kolaylığı için 30 gün kabul edilen bir ayı ben söylem kolaylığı sağlamak için bu yazımda 31 gün olarak kabul etmiş bulunmaktayım. Yeri gelmişken bu kabullenmemi de belirttikten sonra hepinizin merakla beklediğine emin olduğum, yazının temel metinine geçebiliriz. Yani geçen bir ayda ne yapmış olduğuma.
26.04.2007-27.05.2007 tarihleri arasında geçen dönem benim için gayet dalgalı geçmiştir. Bu dönemin en önemli gelişmesi bir önceki yazımda da belirtmeiş olduğum üzere benim yıllar sonra ders çalış(tırıl)mış olmamdır. Tabi her ne kadar burası benim kişisel blogum olsa da bu kadar bencil bir şekilde sadece beni etkileyen olaylara çok büyük önem yüklemek pek doğru olmayabilir. O zaman yakın çevremi de yeterince etkileyen bir kararı geçen ayın en önemli gelişmesi yapabiliriz. Bu karar uzun zamandır kafalarda oluşmuş olsa da net bir şekilde dile getirilmek için çok beklenen şu anda oturduğumuz evi dağıtma kararımızdır. Ders çalışmış olamam olayının göstereceği üzere bu dönemde bir miktar sınavım oldu. Zaten bu geçen ay sınavlarım ve evi ayırma, yeni ev bulma sorunları ekseninde geçti diyebiliriz herhalde. Herhalde diyorum çünkü az önce fark ettiği üzere bu geçen dönemi ben de çok net hatırlamıyorum.
Fakat net bir şekilde hatırladığım şeyler de var. Mesela bu geçen bir aylık sürenin tam ortasında ODTÜ 21. Bahar Şenlik'inin yapılmış olması. Katıldığım diğer bahar şenliğinde olduğu gibi çok az alkol almak suretiyle nihayetlendirdiğim bu bahar şenliğinde sadece bir konsere katıldım. O da çek sevdiğim müzik gruplarından biri olan Pentagram'ın konseri idi. Bu konser dışında şenliğe katıldığım iki akşamı arkadaşlarımla sohbet ederek geçirmeyi seçtim. Özellikle ikinci akşamki soframız ve eğlencemiz dikkate alındığında bu kararımda ne kadar haklı olduğum kanısına varıyorum tekrar tekrar. Ama keşke bazı eski dostları unutmamış gibi hissetmeyi de başarabilsem.
Bu geçen ay içinde tabi ki bazı kültür-sanat faliyetleri içinde de bulundum. Mesela bir kaç kez sinemaya gittim. Hatta kaç kez sorusuna tam sayı bir cevap vermem gerekirse 2 kez sinemaya gitti. Biri Örümcek-Adam 3 diğeri de Karayip Korsanları: Dünya'nın Sonu idi. Birincisi rezealet sözcüğünün bile nitelemekte yetersiz kalacağı bir anlatımla önümüze konulan tanıdık ama çok yalınlaştırımlış ve yalınlaştırma çabası içinde çok bozulmuş Peter Parker'in kendi içinde yaşadığı sorular ve siyah kostüm hikayesiydi. İkincisi ise serinin genel, yüzümüzde tebessüm bırakmayı iyi beceren çizgisinden uzaklaşmadan, muazzam mekanlarda önümüze çok güzel görseller koyan eğlenceli bir yapımdı. Sinema izlediğim son şaheser Pan'ın Labirenti'nden sonra dahi hala inatla dev bütçeli Amerikan yapımlarına gittiğim için beni kutlamak isteyen insanlar var ise, tebriklerini bekliyorum. Sinema dışında kültür-sanat adına yaptığım başka bir eylem ise kitap okuma çalışmalarıma devam etmemdi. Oğuz Atay'ın Tehlikeli Oyunlar adlı eseri bu kendini ikinci kez elime alışımda sona yaklaştı. Bu denemenin sonucunu ve doğal olarak kitabın sonunu (sonu derken kitabın sonundaki olay değil, kitabın bitmesi eylemi kastedilmektedir) heyecanla bekliyorum. Bu iki tane, bekleme eylemi ile biten cümle topluluklarıyla açıklanan kültür-sanat etkinliğinden sonra bu ayın son ve her ortamda ulaşılması en kolay ve bence en vazgeçilmez olan kültür-sanat etkinliği, yani müzikten bahsedip geçen ay neler yaptım bahsini artık kapatalım. Geçen ay müzik dinleme eylemimin büyük çoğunluğunu en nihayetinde paraya ıyıp aldığım mp3 oynatıcımda gerçekleştirdim. Bu müzik dinleme ortamı adına farklı büyük bir değişimdi ve bunu da kültür-sanat faaliyetleri içinde belirtme gereği durdum. Bunun dışında dinlediğim müziklerden bahsetmek gerekir ise bu biten ayın başında hala gripin'in Gripin albümünü dinliyordum. Sonra bir müddet Vega'nın TATLIsert albümünü tekrar dinledim ve bu bir aylık sürecin bitmesine yakın elime geçen Oi Va Voi'nin kendi adını taşıyan albümünü ve Tori Amos'un American Doll Posse adlı albümünü büyük bir zevkle dinledim.
Elimden geldiğince bu yazı yazmadığım bir aylık süreyi özetlemek istedim ama şimdi bakıyorum hala tam olarak herşeyden bahsetmemişim. Bunun en önemli örneği bu geçen ay içinde yaşadığım doğumgünümden bahsetmemiş olmam. Bİr aylık bir sürenin tarih sınırlarını koyarken bu sınırların içinde kalan belirli tarihleri düşünerek başladım yazıya. Bir kaç sınavın tarihi geldi, bahar şenliğinin tarihi geldi ama doğumgünüm gelmedi. Doğumgünüm az önce müzik dinleme alışkanlıklarımın değişmesi ile ilgili bir şey düşünürken bir bağlantıdan ötürü geldi aklıma. Ayrıca bunu fark edince bir başka şeyi daha fark etmiş oldum ki der çalış(tırıl)mış olamam olayından fazla bireysel diye bahsetmemiş olmakla birlikte bu geçen bir aylık sürenin büyük bölümünü kendi evimde geçirmediğimden, beni evimde olmadığım bu zaman zaflarında evinde misafir eden ve çalıştıran misafirperver ve iyliksever insandan da bahsetmemiş olduk. Hatta bahsetmediğim bu birey, mekan ve zamanı birleştirdiğimizde ortaya çıkan, benim için düzenlenen ilk "süpriz" doğumgününden de bahsetmemiş olduk. Ama bu başlıklardan şimdi bahsettikten sonra ve aklıma daha başka bahsetmediğim bir şey gelmediğine göre, yazıyı da daha fazla uzatmadan burada nokta koysak iyi olur kanısındayım. Unuttuğum bir şeyler mutlaka kalmıştır. Eğer öenmli şeyle unuttuysam şimdiden olayların kahramanlarından özür dilerim. Aynı özürüm son bölümde hızlıca bahsettiğim olayların kahramanları için de geçerlidir.
Bu yazıyı az önce, eski adıyla "the best stuff in the world" yeni adıyla "bestuff" adlı internet sitesinde gördüğüm bir cümle ile bitirmek istiyorum:
"I Wish I Were Your Derivative So I Could Lie Tangent To Your Curves."

Not: Yazıyı bitirirken bir müddettir bakmayı ihmal ettiğimi fark ettiğim hasuş'un 2blogötesi'ni okuyordum ve Norah Jones-Sinkin' Song çalıyordu.

ODTÜ Finaller: Bahar 2007

Yarın ODTÜ'deki 7. final dönemim (6 normal dönem ve 1 yaz dönemi) başlıyor.
Yarın finalim yok.
İlk finalim 29.05.2007, Salı günü.
İlk finalim TURKISH II (Türkçe 2) dersinden.
Diğer final tarihlerim;
30.05.2007 (MATHEMATICAL MODELING IN CHEMICAL ENG.)
31.05.2007 (PHYSICAL CHEMISTRY II, MICROBIOLOGY)
01.06.2007 (SEPARATION PROCESSES)
03.06.2007 (MATERIALS SCIENCE & ENGINEERING)
08.06.2007 (CHEMICAL ENGINEERING LABORATORY I) şeklinde sıralanıyor.
Bu final dönemi başlangıcında bundan önceki final dönemlerinden önce yaşadığım çok sıkılgan ruh halinden biraz uzak bir durumdayım. Bu tabi insanı bir yerde mutlu ediyor. Bunda 2007 Bahar döneminin son 3 arasınavına çalış(tırıl)mış olmamın vermiş olduğu rahatlık temel etken.
Bu durum bir umut ışığı doğuruyor.
Bakalım.
Bekleyip görelim.
Final döneminde herkese başarılar.

Perşembe, Nisan 26, 2007

yeni site :)





"the best stuff in the world", düşünce basit: Bir internet siteyi, kayıtlı kullanıcılar ve bu kullanıcıların en beğendikleri şeyler. Bu şeyler filmler, insanlar, etkinlikler, mekanlar, markalar ve aklınıza gelen herhangi bir şey olabiliyor. Yani sınırlama yok, tek şart sizin için en iyisi olması. Siteyi denemek isteyenler -ki herkese öneririm-, yukarıdaki logoyu tıklayarak siteye ilerlesinler bence. Sonra beğendiğim şeylerle ilgili yazacağım yazıların altına koyabileceğim, aşağıdakine benzer "siz de beğeniyorsanız, 'best stuff'ınız olarak oylayınız" çağrılarıma anlam veremeyebilirsiniz.


Cumartesi, Nisan 21, 2007

14 Nisan 2007 ile ilgili yazılar bitmek bilmiyor (çaktırmayın ama sadece 2. yazı)

Geçen cumartesi (14 Nisan 2007) ilginç bir gündü. Kötü bir duruşla başlayan günüm ilerleyen saatlerde önce normal durağanlığına sonra da ilginç bir hareketliliğe sürüklendi ve sonuç olarak iyi noktalandı. Hatta o kadar iyi noktalandı ki bu iyi noktayı oluşturan en önemli unsur hakkında, yaşanmasının üzerinden bir hafta geçmiş olmasına rağmen bir şeyler yazma gereği hissediyorum. Bu durumda bu yazıya, gerçekleştirdiğim eylemden bir sonraki cumartesi, yani 21 nisan 2007 cumartesi günü Adana'ya doğru yola çıkmadan az önce başladım ve yazıyı Adana dönüşünde 25 nisan 2007 çarşamba günü yayınladım. Tabi aradan bir hafta geçmesinden sonra yaşanan gecikmenini nedeni hem biraz yazıyı yazmaya başladığımda tamamlamaya karar vermiş olsaydım otobüsümü kaçıracak olmam, hem de bu girişi yapabilmek için elimde bahanem olması isteğimdi. Neyse bahanenimi yaratıp, gereksiz ve tutarsız giriş paragrafını yazdığıma göre yazının konusuna yani 14 Nisan 2007 Cumartesi gününün iyi bitmesini sağlayan noktaya, o günün akşamı izlediğim filme gelebiliriz: Pan'ın labirenti.


Aslında ben de yaşattığı bu etkiyi belirttikten sonra filmle ilgili daha fazla bir şey söylemem gerektiğini düşünmüyorum ama az sonra filmi kaçırmamanızı sıkı sıkı tembihleyeceğim göz önünde bulundurulursa bir noktayı belirttmeden geçemeyeyim. Filmin adından ve başrollerinde küçük bir kız çocuğu ve ilk bakışta onun hayal dünyasından oldukları varsayılabilecek fantastik yaratıklar olması durumundan yola çıkarak bu filmin çocuk filmi olduğu kanısına kapılabilecek insna lar başta olmak üzere, filmi izlemeyi düşünenen herkese filmde bol bol şiddet öğesi olduğunu belirtmek istiyorum. Film'in iç savaş sonlarına doğru İspanya'da bir kırsalda geçtiğini belirtmem kimileri için ne bekleyebileceklerini anlama adına bir yol gösterici olur umarım. Ben, tam ayarından kullanıldığı yorumunu yapıyor olsam da sinemada bu tür şeyler görmek istemeyen insanların pek hoşlanmayacağı sahneler içermiyor değil film. Ama bence bu film için değer.
Sonuç olarak gösterimden kalkmadan gidin ve izleyin anacığım.

Pazartesi, Nisan 16, 2007

uyku ol

Son iki yazıdır uykudan bahsetdiyoruz. O zaman bu meseleye şu şarkı ile bir virgül koyalım. Peyk adslı güzel grubun Suluşaka adlı ilk albümlerinin son şarkısı: Uyku Ol

Cumartesi, Nisan 07, 2007

kendi kendine konuşana deli derler

İnsan bazen kendisine yüksek sesle bir şeyler ifade etme gereği duyar. Toplum içinde yapılması halinde "kendi kendine konuşma" olarak değerlendirilip, yapanın deli yaftası yiyeceği bu eylem bana göre gayet doğaldır. Mesela geçenlerde kendime "Ben, neden uykuyu bu kadar çok seviyorum" dedim. Ortada çok uyuduğumla ilgili bir gerçek vardı ve bunu kendime ifade etmem gerekiyordu. Bu gerçeği daha önce pek çok ifade yöntemiyle kendime iletmeye çalışmışımdır belki, belki de ilk olarak bu yöntemi denemişimdir. Bu sıra önemli değil, önemli olan bunun yani "kendi kendine konuşmak" diye tabir edilen davranışın, insanın kendine bazı bilgileri vermesi için çok önemli bir yöntem olması. Bu özel örnekte de benim bu aralar çok uyuduğum, önemli olan önerme. Deli olmamam bunun yanında çok ciddi bir önem taşımıyor.
Zeten bu önem sıralaması yüzünden bu yazının girişi bu şekilde yapıldı. Çünkü benim asıl yazmak istediğim, toplumda kendi kendine konuşmanın hoş görülmemesi durumu değil, bunu kendi çapımda incelerken verdiğim örnekteki çok uyumam sorunu.
Uyuyorum, sürekli uyuyorum. Yani bir iş yapmadığım zamanların çoğu yatağımda geçiyor. Son iki haftadır bu durum biraz düzelir gibi olmuştu ancak yukuarıda verilen örnekte de görüldüğü gibi her an bir geri dönüş olabilecekmiş gibi duruyor. Hatta ben bu yazıyı yazmaya yazının altında göreceğiniz tarihte başlamış olsam da bu yazının tamamlanması 14 Nisan 2007, Cumartesi gününü buldu ve uyuma isteğim bu tarihli yazacağım yazıda belirteceğim durumların oluşmasına ve dolayısıyla o (bundan sonra yazacağım ilk yazı) yazının yazılamasına sebep oldu.
Artık yazının içindeki tarihleri de ele verdiğimize göre olayı daha örneksel bir dille inceleyebiliriz. Mesela bugün günlerden cumartesi ve ben geçen salı, çarşamba ve perşembe geceleri kendi evimde yatmadım. Başka bir evde ve benim yatağım olmayan bir yatakta yattım. Ve benim evimde olmayan, benim yatağım olmayan yataklardaki bütün yatışlarımda olduğu gibi gayet makul saatlerde çok zorlanmadan uyandım. Ama cuma günü evime döndüm ve o gece kendi yatağımda uyudum. Cumartesi günü katılmayı çok arzuladığım bir etkinlik olduğu için erken kalkma niyetindeydim. Ama nafile yine öğleyi gördük. Kaldı ki bu sorunla ilgili bildiğim bir şey de sorunun kaynağının yatağım olmadığı. Çünkü bilen bilir ben yaz tatilinde bir aya yakın bir süre boyunca ve sonrasında ara ara sınav dönemlerinde sadece uyanabilemek adına ben salonda çekyatlarda da yattım. Hatta yine uyanmak kolay olsun diye çekyatı açmadan, sofa şeklindeyken yattım. Ama yine de olmadı. Kendi evimde bunna yani uyanmaya muaffak olamıyorum. İşin kötüsü bunun benden mi yoksa evimden mi kaynaklandığına da emin değilim. Ama dediğim gibi ortada bana göre ciddi bir sorun var ve ben bunu şu anda bu yazıyı yazarken bu sorundan kendime yüksek sesle bahsediyorum. Umarım bunlar çözüm için adım atmama yeter.

Pazartesi, Nisan 02, 2007

Orhan

Çıktığı günden beri Penguen'i okurum. Arada görmediğim ancak bir iki sayısı olmuştur. Bunca zamandır en çok beğendiğin karikatür hangisi sorusuna Selçuk Erdem'in "Eyvah dana travma geçirdi!" cümlesini içeren karikatürü diye cevap verirdim. Ama yukarıda gördüğünüz ve Penguen Dergisi'nin 29 Mart 2007, Perşembe günü tarihli 236. sayısının arka kapağının sol alt köşesinden taratılmış olan karikatür artık en beğendiğim karikatür olmuş olabilir. Olmaya da bilir tabi ama ben yine de paylaşmak istedim. Çünkü unvanı olsun ya da olmasın ben bu karikatüre çok güldüm.

not: Anımsamayanlar için şiir o müthiş dizeleri de hatırlayalım:
Eskiler alıyorum
Alıp yıldız yapıyorum
Musiki ruhun gıdasıdır
Musikiye bayılıyorum

Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip Musikiler alıyorum

Bir de rakı şişesinde balık olsam
...
Orhan Veli KANIK

Cuma, Mart 30, 2007

bir ay daha biterken

Yaklaşan ay sonu (1 gün kaldı!) bu ayı da boşa geçirmişim izlenimi yaşamama sebep verirken, ben de bu ay yaptığım işleri sıralayarak aslında ayın hiç de fena geçmediğini kendime kanıtlamaya çalışacağım. Umarım bu yaptığım eylemi sadece bu ay için yapmak zorunda kalırım. İşte liste:
  1. Bol bol müzik dinledim. Özellikle bu ay gripin'in Gripin ve Derya Türkan'ın Minstrel's Era albümlerini bol bol dinledim. Bir de tabi ki İbrahim Tatlıses'in Ağrı Dağın Eteğinde (Cano Cano) Techno Remix adlı şarkısı dilimden düşmedi.
  2. Sinemaya gittim: 300. Hiçbir şey kazanmadım ama ilginç bir şekilde hiçbir şey kaybettiğime de inanmıyorum.
  3. Kendime verdiğim pek çok sözü çatır çatır yedim, bir kez Gevende ve bir kez de Pinhani konseri ektim.
  4. Bol bol ödevdir, projedir, laboratuvardır çalışması içinde katkısız olarak bulundum, hayaletliğimle grup arkadaşlarımın ilgilerini cezbettim.
  5. Odamı topladım ve çalışma ortamımı düzenledim.
  6. Spora başlamak için somut adım atma girişimlerime bir kaç tane daha yeni deneme ekledim.
  7. Toplam 15-20 sayfa kitap okudum ve ay boyunca bulduğum her fırsatta bu başarımdan ötürü kendimi kutladım.
  8. Uyku düzenimi artık eski (tabi ki güzel) düzenine sokmak gerektiğinin farkına vardım.
  9. Ayın bitimine doğru başlayan sınav dönemimde çalışmaya çalıştım ve hatta bunun da ötesinde eser miktarda çalıştım. Mesela bu yazıyı da yazarken yarınki fizikokimya sınavıma çalışır gibi yapmaktayım ama bu yazının öncesinde ve sonrasında yapılanlarla bu çalışma eser miktara hattabelki de daha üst bir miktara tamamlanacak.
İşte bir ayın daha sonuna böyle geldik. 1,5 ve 9. maddeler ayın (hatta 5. ve 9. belki de yılın) güzel gelişmeleri olarak tarihte yerlerini aldılar. Diğer maddeler de daha da kötüye gitmekte kararıymış gibi görünen hayat eğrimin itici güçleri olmaya devam ettiler, kronik rahatsızlıklarım benim:) Bu son tanım çok iddialı oldu galiba, hiçbir şey olmadıkları halde kendilerini her şey sanan canlılara mı benziyorum yoksa. Aman Allahım!
Gelecek ay daha iyi olsun. Benim için olmasa da sizin için olsun. İşte başıma kötülük gelecek bile olsa sizin için bu kadar güzel şeyler dileyecek kadar iyi de bir insanım.

dipnot: Az önce TGRT Haber kanalında Emin Çölaşan ve Melih Gökçek'in tartışmasını izledim. Bu ay izlediğimi belirttiğim diğer görsel gibi bundan da birşey kazandığıma ya da kaybettiğime inanmıyorum.

Perşembe, Mart 08, 2007

hebele

Ve sonunda beklenen başlığı attım. İçi olabildiğine boş ve olabildiğine kısa bir yazı yazmak için gereken en önemli şartı sağladım. Zaten ne yazayım ki? YouTube'e erişimimiz de engellendi. Bir müddet sitedeki videoları göremeyeceksiniz. Sahi ben kime sesleniyordum? Kim? Duyamadım. Çünkü söylemediniz. Çünkü yoksunuz. Acaba ben var mıyım? Aslında bütün bunlar bir yana ben neden bunları yazmak için bu kadar bekledim. Ya da daha iyi bir soru olsun diyorsanız; neden şimdi yazıyorum? Bu soruların cevabını düşünerek uyuyayım en iyisi. Zaten yarın lab. var. Sahi o da bana en az aşağıdaki resim kadar flu görünüyor.

Salı, Şubat 27, 2007

Beyaz

Günlerim ya karanlık ya da puslu geçiyor. Önümü göremiyorum. Görüşümü kapatan pek çok unsur var ve bunların pek çoğunun ne olduğunu söyleyemiyorum.

İfade edemeyeceğim şeyler var. "Şeyler" ifadesi bile önceki cümlenin ispatı zaten. Ama ben bu şeyleri hissediyorum. Bu da ilk üç cümlenin dayanağı. Dayanaklığının ötesinde benim için gerçek bu!* Yıllardır, Doğu diye diye pek çok insanın başını ağrıtmış ve hep hissetmenin öneminden bahsetmiş biri olarak, bu hissetme olayına çok değer veriyorum. Onlarla yaşıyorum ve çoğu zaman onları takip ediyorum. **Hislerimin peşinden sonunu göremesem de yürüyorum. Umarım bunlar hep birlikte beni istemediğim sona götürmez. Ama yine de bu hissettiğim şeylerin her daim ifade edilemeyen şeyler olarak kalmayacağına dair bir inanç var içimde***. Bir gün, Allah nasip ederse, ben bunları ifade edebileceğim. O gün, berrak bir gün olacak.


*evet bazı şeyler yalanlara dayanıyor.
**kendime itiraf, ile başlıyor.
***inançlar "insanların" yaşayabilmesi için önemli ve gereklidir kanımca.

Cuma, Şubat 02, 2007

Güzel

Mecnunum Leylamı gördüm
Bir kerece baktı geçti
Ne sordum nede söyledi
Kaşlarını yıktı geçti
Aşık Veysel Şatıroğlu

Midem deli gibi yanıyor. Saat ileriliyor. Yarın (bugün) erken kalkmam gerekiyor. Uyuyup uyuyamayacağımı biel tam olarak bilmiyorum ama mutluyum. Çalışıyorum. Durmuyorum. Huzurluyum bile denilebilir. Bu kadar zamandan sonra. Her şey çok güzel olacak demek bile geliyor içimden. Acaba olabilecek mi gerçekten. Yandan Johnny Cash "Hurt" diye bağırıyor. Ama neredeyse bu güzelliğin bile farkına varamayacak kadar mutluyum galiba. Acaba yatınca en güzel rüya mı bekleyecek beni yoksa en kötü kabus mu? Aslında bu soruyu uykum için değil de uykumdan uyandıktan sonra, şu anda yaşadıklarımın uzantısı olacak günlük yaşantım için sormalıyım. Ama rüya da olabilir, kabus da. Zerre umurumda değil çünkü uzun bir aradan sonra mutluyum, huzurluyum. Millet, mutluluğumu paylaşsanıza; kutlasanıza, kutsasanıza beni.

Bu ilk "Sevinç" etiketli yazımdı. Umarım son olmaz.

Çarşamba, Ocak 31, 2007

8 yıl önce

1999 yılında, 31 Ocak'ı 1 Şubat'a bağlayan gecede, hemen hemen bu vakitlerde, İstanbul Moda'da 81300 posta kutu numaralı o bildik evde, en sevdiğim, en çok saygı duyduğum, kendisiyle tanışmış olmayı en çok dilediğim sanatçı Barış Manço, hayata gözlerini yumdu.
Acısı hala taze.
Burada yazdığım üçüncü ölüm hüzünü yazısı bu ve ikinci kez insanın yabancılar için acı duymasının normal olup olmadığını sorguluyorum. Ama bu adam yabancı olamaz. O en nihayetin de bir ozandı. Bir ozan bir insana ne kadar uzak, ne kadar yabancı olabilir ki? Belki hüznüm ve üzüntüm, sadece, tekrar ürün veremeyecek olmandandır. Halbuki o ürünlerine ne kadar da çok ihtiyacım(ız) vardı.
Bundan başka ne denilebilir ki? Tekrar tekrar söylüyorum: "Mekanın cennet, toprağın bol olsun"

Cuma, Ocak 26, 2007

İsmail Cem de...


Allah rahmet eylesin.
Mekanın cennet olsun.
Tanımadığın insan için dökülen gözyaşı.

Çarşamba, Ocak 10, 2007

ODTÜ Finaller: Güz 2006

Kaçınılmaz olan yine geldi çattı ve yine başladılar. Finallerden bahsediyorum. Bugün ya da dün Heat ile başlayan -ve büyük ölçüde biten- sınavlar silsilemden, silsilemizden bahsediyorum. Geçen sene bahsettiğim gibi bahsediyorum. Yine bir kötüye gidişten bahsediyorum ya da bahsedeceğim. Geçen seneki yazımı tekrarlayacağım ya da hali hazırda tekrarlıyorum. 2006 Bahar dönemi dışında katıldığım diğer final dönemleri için de yazılar yazmış olsam durum bu yazılar için de pek farklı olmazdı.
10.01.2007/02:46

Yukarıdaki yazıyı bundan dört buçuk ay önce yazmaya başlamışım ama tamamlayamamışım. Ben de şimdi ODTÜ final dönemleri ile ilgili yazdığım ve yazacağım yazıları "Final Yazıları" etiketinde toplamaya çalışırken fark ettim bu tamamlanmamış yazımı. Hayır yalan söylüyorum, hep farkındaydım bu yazının ama tamamlama cesaretini gösteremedim. Çünkü o zaman çok karmaşık bir ruh hali içindeydim ve hala içimde bir yerlerde bu ruh halinin izleri var. Hatta şu anda o günleri düşünürken içim sıkılmaya başladı bile. İşte bu karmaşıklık yüzünden tamamlayamadım bu yazıyı. Tamamlayamayacağım da ama bu haliyle yayınlayacağım. Blogumu tutmaya başladığımdan bu yana geçirdiğim final dönemlerinden sadece Yaz 2006'nın yazıları olmayacak bu sitede. Ama umarım bu yarım halinden ve şu anda yazdığım açıklama metninin dilinden o zamanlar içinde bulunmuş olduğum o iğrenç durum hakkında bir fikir oluşmuştur kafanızda.
27.05.2007/23:43

Salı, Ocak 02, 2007

yeni yil ve bayram duosu

Kurban Bayramı'nın ilk günü ile yılbaşı çok yılda (36 tahminimce ama 64 diyenler de var) bir aynı güne denk geliyor ve 01.01.2007 bu günlerden biri. Bu çakışma bayramın bir nebze olsun yeni yıl kıtlamaları tarafından gölgelenmesi anlamına geliyor, maalesef. Ama biz Doğu-Batı çekişmesini/çatışmasını hazmetmiş bir toplum olduğumuz için bu bizim için fazla sorun yaratmayacak.
Ben de bir sorun yaratmayacağını düşünerek ilk kurbanı "Batılıların" (Hristiyanların) gözünden tasvir eden bir resim ile hepimizin çok sevdiğini bildiğim, "bizden" bir yeni yıl şarkısını yan yana koydum ve bu sayfada bu gölgelemeye/çakışmaye yer vermek istedim.
Umarım beğenirsiniz:



yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl
bizlere kutlu olsun
yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl
sizlere mutlu olsun
eski yıl sona erdi
yepyeni bir yıl geldi
bu yıl olsun mutlu bir yıl
bu yıl olsun hey hey
kardeşiz biz hepimiz
bitmesin hiç sevgimiz
aramızda dargınlık yok
aramızda hey hey
mutlu olsun insanlar
mutlu olsun tüm evren
yeni yılda hep birlikte
yeni yılda hey hey