arama

Cuma, Aralık 29, 2006

Masam: 4 Aralık 2006

Her ne kadar bu fotoğraf 4 Aralık tarihinde çekilmiş olsa da üzerinden 25 gün geçmesine rağmen masam hala aynı dağınıklıkta. Tabi bu masam da hiç bir değişimin olmadığı anlamına gelmiyor. Üzerindei şeyler sürekli değişiyor. Ama doluluk baki.
Bu ufacık fotoğraftan ve şu durum söylemimden bir sonuca varıp, saptamaya doğrulmak istemezdim ama son bir kaç yıldır hayatımın masama benzediğini belirtmekten kendimi alamayacağım. Ben de masam gibi sürekli dolu oluyorum ama masamın üzerindekiler gibi beni de meşgul eden şeylerin genel olarak değerleri yok. Kendimi boş şeylerle oyalıyor ya da oyaladığımı zannediyor ve masamı da bu şeylerle dolduruyorum ya da doldurduğumu zannediyorum.

Masa ilişkisi kaçınılmazdı; çünkü biz masada çalışmamız gerektiği vurgulanarak büyüdük.

Benim sorunum da temelde çalışma ile ilgili.

değil mi?

Salı, Aralık 26, 2006

hafif müzik

Aradan tam bir yıl geçti. Geçen sene 5 Aralık'da piyasaya çıkmıştı solda gördüğünüz bu albüm. Bence 2006'nın en iyi Türkçe Rock albümüydü. (Sonra pinhani geldi ama o ayrı hikaye.) Bu, övgüye değer albümü uzunca bir süre dinledim. Hatta doğru anlamıyla ifade etmek gerekirse uzunca bir süre sadece bu albümü dinledim. Ama bir yerden sonra doğal olarak önce dinleme sıklığımı azalttım, ardından da albümü dinlemeyi bıraktım. Ve albümün yarattığı büyük hareketlilik benim için bittiğinde Vega yine "Bu Sabahların BirAnlamı Olmalı"yı çağrıştırıyordu bana.
Neden sonra geçen cuma gecesi Adana'ya giderken, yanıma dinlemek için yol albümlerim Koray Candemir - Sade ve Aylin Aslım - Gülyabani ile birlikte Vega - Hafif Müzik'i de aldım. İçimde büyük bir Sokaklar Tekin Değil dinleme arzusu yükselmişti. Anlam veremiyordum. Daha doğrusu verebiliyordum ama bu anlamı burada paylaşma isteğim olmadığı için şu anda yalan söyleme yolunu seçiyorum. Zaten yazı için önemli şey de bu anlam değil. Aslında belki o. Yazıyı gereksiz yere biraz daha uzatacağım, sevgili okur kusura bakma ama bu yazının başlıkları (tag) arasında neden Ben ve Yaşam olduğu sorusu sorulursa cevabın bu "anlam"dan geçtiğini bilmeni isterim. Her neyse tahmin edebileceğiniz üzere yolculuk boyunca durmadan bu albümü ve özellikle Sokaklar Tekin Değil adlı şarkıyı dinledim. Hatta yetmezmiş gibi dönüş yolculuğunda da aynı eylemi gerçekleştirdim.
Bütün bunlar da yetmezmiş gibi Ankara'ya vardığımdan beri de albümü dinliyorum. Hatta inanır mısınız sayın okur bilmem ama size bu satırlar yazarken de albümü dinlemekteyim. Belki bu sadece bana has bir durum değildir, sonuç da dün adaşın kişisel iletisinde de "yüzü suyu hürmetine bi gel aşkın.." yazıyordu. Belki herkesin Vegası daha da ötesi Hafif Müzik'i gelmiştir. Eğer öyleyse benden tavsiye: 1.Elimde değil 2.Yok 3.Sokaklar tekin değil sonra tüm albüm sonra aynı 3lü tekrar. Albüm daha bi güzel oluyor:)

Pazartesi, Aralık 25, 2006

bir zamanlar ömer hayyam diye biri varmış, iyi ki!

Dünyada akla değer veren yok madem,
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alsın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el alem!
Yanlız bilgili olmak değil adam olmak;
Vefalı mı değil mi insan, ona bak.
Yücelerin yücesine yükselirsin
Halka verdiğin sözün eri olarak.
Benim halimden haber sorarsan,
Bir çift sözüm var sana, yürekten:
Sevginle gireceğim toprağa,
Sevginle çıkacağım topraktan.
Şu dünyada üç beş günlük ömrün var,
Nedir bu dükkanlar, bu konaklar?
Ev mi dayanır, bu sel yatağına?
Bu rüzgarlı yerde mum mu yanar?
Barış istemiyorsa Felek, işte savaş;
İster serseri deyin bana, ister ayyaş;
İşte şarap, duruyor ortada, kıpkızıl;
İçmeyen taşa çalsın başını, işte taş!


Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam?
Ben haramı helalı karıştırmam:
Seninle içilen şarap helaldir,
Sensiz içtiğimiz su bile haram.

Ömer Hayyam
Türkçesi: Sabahattin Eyuboğlu

Pazartesi, Aralık 04, 2006

Aralık

Aralık ayı da geldi ve benim içimde bir şey yapmayı unutmuşum gibi bir his var. Ne olaki acaba?

Salı, Kasım 28, 2006

pinhani Ankara'da

Pinhani'nin resmi sitesindeki duyuruya göre aşağıdaki tarihlerde Pinhani Ankara'da olacakmış. Biz herhalde Çarşamba Hasuş'la gideceğiz. Gelen olursa görüşürüz:P


28 Kasım Ankara 21:00 - Kızılay Nefes Bar (Akın Eldes, Sinan Kaynakcı ve Hami Ünlü enstrumantal olarak Akın Eldes ve Pinhani şarkılarını çalacaklar),

29 Kasım Ankara 21:00- Kızılay Nefes Bar (Pinhani Konseri, Akın Eldes ile)

Çarşamba, Kasım 22, 2006

geceler uzaaaar...

Uzayan bir gecenin telaşından sonra bu şarkının huzurunu gerçekten çok seviyorum.
Şarkıyı ilk duyduğumdan beri ne zaman dinlemem gerektiğini biliyorum. Ve geçen bir haftada bol bol denenerek bu zaman önermesini onayladım. Huzurlarınızda Richard Hawley - Long Black Train.

Teşekkürler Hasuş, teşekkürler V.

Perşembe, Kasım 16, 2006

Ben: Ben başlıklı yazı.

-Sıkılıyor musun?
-Evet, sıkılıyorum.
-Yoruluyor musun?
-Evet, yoruluyorum.
-Peki neden hala uğraşıyorsun (ya da uğraşmıyorsun) ?

Evet neden? Neden? Hatta, neden?

Misal bu yazıyı yazmaya geçen hafta karara verdin ve bu cümleden önceki kısmını karar verir vermez yazdın. Peki devamını neden getiremedin sayın emre yılmaz? Peki devamını nedn getiremedim sayın okur? -Okurun kafasını böyle şeylerle yorma, terbiyesiz adam. Evet haklıyım, benim yorulmam gereken şeyle okur yorulmasın. O okumakla yoruluyor yeterince, peki ben neyle yoruluyorum da asıl yorulmam gereken konulara zaman ayıramıyorum?

Kafam çok karışık. Ya da çok net ama sonuçtan korktuğum için kendimi kandırıyorum. Ama her iki durumda da adım atamıyorum.

Pazartesi, Kasım 13, 2006

bir zamanlar Pentagram diye bir grup vardı; ne O da mı geri dönüyormuş?

Kendinden bahsetmeye çekilen Emre YILMAZ'ın kültür-sanat haberleri bombardımanın son ayağını oluşturan bu haber, Türkiye Rock-Metal müzik tarihinin tartışmasız en önemli topluluğu Pentagram (Mezarkabul) ve bu topluluğun sahnelere geri dönüşü hakkındadır.
Anatolia sözcüğünü herhangi bir ortamda duyduğunuzda dudaklarınız ister istemez kasılıp, ıslığınız o meşhur tonu çalıyor mu? Sizi bilmem ama ben böyle şeyler yapmam, yapamam; ama yine de bu sözcüğü duyunca farklı duygular içine düşerim. Mutluluk, özlem, heyecan ve sinir bunların en kayda değer olanlarıdırlar. Mutlu olurum çünkü sevdiğim şeyleri hatırlamak beni mutlu eder; özlem duyarım çünkü eski güzel günlere ait bir isimdir bu ve Pentagram nicedir birlikte böyle işler yapmamıştır; heyecanlanırım çünkü o müzik kanımı kaynatır: ve en nihayetinde sinirlenirim çünkü Pentagram hala birlikte bir şeyler yapmamaktadır. Ama bu sonuncusu artık geçerli olmayacak herhalde çünkü Pentagram tekrar birşeyler yapmaya karar vermiş gibi görünüyor. Demir Demirkan'ın gruba dönmesiyle gitarist sayısını 3e çıkaran grup Kasım ve Aralık ayları içlerinde yerleri ve tarihleri henüz belirli olmayan 3 konser verecekmiş ve bu konserlere verilen tepkiye göre tekrar stüdyoya girip girmeme kararı alacakmış. Geçen yaz yapılan Pentagram gecesine katılımın bir hayli iyi olduğu düşünülürse bunu yeni bir Pentiş albümü yolda diye yorumlamak çok uçarı olmaz kanımca.
Ben şimdiden hayırlı olsun diyecek ve gelişmeleri takip etmeniz için sizi Pentagram hayran sitesi Puratu.org'a yönlendireceğim.

Cuma, Kasım 10, 2006

V, 3'lü Amfi'de

Gün itibariyle "V for Vendetta" ODTÜ 3lü Amfi'de gösterime gitmiştir. Önümüzdeki haftanın güzel bir hafta olacağı anlamına gelen bu etkinlikde, hafta içi görüşmek üzere.

Pazartesi, Kasım 06, 2006

Ve Ecevit öldü...

yıldızlı bir gecede
göğe bakmıyalı
kaç ay geçti
anımsar mısın?
yıldızlı bir gecede
ya da güpegündüz
canevinde duymadan
sonsuzluğunu göğün...
ya da bir sabah
çiçek açtığını ansızın
farketmeden
bahçendeki ağacın...
hele bir de işitmeden
işine giderken
bilmeden ezdiğin
karıncanın sesini...
nasıl bilesin
evrendeki yerini de
nasıl yönetesin
ülkeni...
(Bülent Ecevit, Bir Ozan Bir Devlet Adamını Sorguluyor - 1994)


Hakkında çok konuşmak isteyip konuşamayacağım bir insan ebediyete kavuştu. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Onu, hayatını anlatan belgeselde olduğu gibi kendi çevirdiği o şiirle uğurlayalım:


GİTANJALİ'den

Artık gidiyorum.
Beni uğurlayın kardeşlerim...
Hepinize eğilerek ayrılıyorum.
Yalnız sizin son ve nazik sözlerinizi bekliyorum.
Uzun zaman komşuluk ettik, ama verebildiğimden çok aldım.
Şimdi gün ağardı, karanlık köşemi aydınlatan lamba söndü.
Bir davet geldi ve ben yol için hazırım.
Bu ayrılış gününde bana bol şans dileyin arkadaşlarım!
Beraberimde ne götüreceğimi sormayın.
Seyahatime boş eller ve ümideden bir kalple çıkıyorum.
(Çeviren: Bülent Ecevit)


Pazar, Kasım 05, 2006

yenilendik...

Şekil ve işlevsellik açısından yenilendik. Cümlemize hayırlı uğurlu olsun!

Cuma, Kasım 03, 2006

300: Bir Frank Miller Görseli Daha Beyazperdede

Sin City'den sonra bir kez daha, çizgi roman şeklinde sinema filmi izleyeceğiz. Bu sefer bu:


; bu olacak:


.
Hadı hayırlısı.
Merak edenler için bağlantı:
http://300themovie.warnerbros.com/

Salı, Ekim 31, 2006

En büyük geri dönüş!!!

İnsan bu kadar zaman sonra tekrar yazmaya karar verince konu arar. Zaten aslında ara verilmiş olmasının sebebi de budur, konu arayışı. Yazdığı şeylerle okuyucu tatmin edememe korkusu. İyi bloggerla, kötüsünü ayıran da bu kaygıdır (öbür açıdan bakarsak rahatlıktır). Bu tanıma göre benn kötü blooger oluyorum. Zaten hepimiz biliriz bu tür kaygılar sanatı bittirir; ama bu normalde bizim için önemli olmamalı, çünkü biz sanatçı değiliz. Neyse, olur veya olmaz; oldu veya olmadı, aradan geçen bu kadar zamandan (70 gün) sonra geri gelirken mahcubiyetimi bir nebze olsun gölgeleyecek bir konu hakkında yazarak geri dönmeye karar verdim. Yaptığı işe benden çok daha uzun bir ara veren. Bıraktığa işe tekrar dönüp, tekrar bırakan. Bir türlü emekli olmayı beceremeyen biri ile dönecem size sayın okur. Rocky ile dönecem size sayın okur:
Pek çoğunuza malum olduğu üzere Rocky Balboa ve doğal olarak bu adla özdeşleşmiş o efsanevi şahıs, Sylverter Stallone sinema perdelerini (son) bir kez daha vurmaya hazırlanıyor. Çekimleri tamamlanan film afişlerinde yazdığına göre 22 Aralık'ta Amerika'da gösterime girecek. IMDb'de yapılan yorumlarda orjinal filmden bu yana çekilen en iyi Rocky filimi olduğuna dair bir yorum var. Bu yoruma ne kadar güvenilir bilmiyorum ama benim filmden beklentim gayet yüksek. Filmin fragmanında 4. filimi andıran çalışma sahneşerini görmem bile bu beklentiyi yükseltmeye yetti. Serinin bu son filmi, 2., 3. ve 4. bölümler gibi bizzat Sylvester Stallone tarafından çekilmiş. Son bir söylenti de hepimizin B.A. Baracus olarak tanıdığımız Rocky 3'ün yıldızı Mr. T.'nin
uzun bir aradan sonra bu filmde görüneceğine dair. Pek güvenilir olmayan bir kaynak dışında hiç bir yerde rastlamadığım bu bilgiyi de en azından ufak bir umut olması açısından paylaşmak istedim. Filmele ilgili daha fazla bilgi isteyenler aşağıdaki resimi tıklayabilirler:


Bu yazıyı bu beklenen filmin tanıtım cümlesi ile tamamlamak istiyorum. İngilizce'den çevirmek istemedim, umarım kusura bakmazsınız.
"It ain't over 'til it's over."

Cumartesi, Ağustos 19, 2006

Yaz Yazıları 3: 1 YKr. (Yeni Kuruş)

Az önce Adana'nın daha önceki bir yazımda da saygıyla övdüğüm sıcağının en şiddetli zamanında, öğlen saat 12 sularında, annemin verdiği çok zorlu bir alışveriş görevini yerini getirmeye çalışırken "hazzetmediğim şirketler listesi"nde özel bir yeri olan BİM A.Ş.'nin bir marketinde daha önce pek çok mekanda daha yaşanmış olan bir olay tekrarlandı: Alışverişimin sonucunda bana verilen para üzerinde istemiyeceğim düşünülerek bana 1 YKr. veilmemişti. Tabi alışık olduğumuz bir durum olduğu için sinirlenmeden "1 YKr.niz yok mu" diye sordum. Varmış. Sağolsun kasadaki bayanlar fazla diklenmeden verdiler. Ben de üstelemedim. Sonuçta biliyorum ki onların bir suçu yok. Ama ortada bir sorun olduğu da kesin.

2,7 gram ağırlığında sarı sarı parlayan sevimli parayı insanların neden sevmediğini bir türlü anlayamadım daha. Hâlbuki kuruşun tekrar hayatımıza gireceğini öğrendiğimizde ne kadar da heyecanlanmıştık. Eski bir dosta yeniden kavuşmanın verdiği heyecanla birlikte, kuvvetli ekonomilerde bozuk para dolaşımının fazla olması bilgisi de kulağımıza çalınınca, "kuvvetli ekonomi sahibi olma heyecanı" da sarmıştı bizi ve biz de hemen mahalle başındaki terzimize koşup, bozuk para cebi diktirdik pantolonumuza. Ama sonra ne oldu? Biz eski dostumuz kuruşla sevişeceğimizi sanarken onu başka bir birle aldatmaya karar verdik: 1 YTl. Cebimizdeki bozuk paralardan bir sayılı olanın kuruş değil de lira olmasına karar verdik. Belki de haklıydı. Sonuçta kendi üzerimize de fazla gelememeliyiz. Biz mi fiyat etiketlerini koyuyoruz? Kullanılmayan parayı neden üzerimizde taşıyalım? Bu çizigideki "eleştirel" soruların sayısı kolayca arttırılabilir. Ama artırmaya ne gerek var değil mi? Ben burada küçüklükleri korumaktani onların güzel ve şirinliğinden bahsederken, oradaki kaba görünümlü "yığını" arttırmaya hiç gerek yok. Sonuçta bu yazıyı okumaya tenezzül eden herkes iyi kötü bu durumun sebebi hakkında bir fikir sahibidir. Belki kendine göre çözüm önerisi de vardır. Mesela benim var; ama sizle paylaşmayacağım. Çünkü bu yazı bir problem çözme yazısı değil aksine, sıkıntıdan nakşedilmiş bir özlem, hatırlatma ve hatta paylaşım yazısıdır.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

yazım tarihi: 19.08.2006

Cuma, Ağustos 18, 2006

Yaz Yazıları 2: Gezgin Kitap (Bookcrossing)

Bu bereketli günde aylardır kafamda olan yazıları yazayım da arşivimiz kabarık görünsün. Onun dışında aslında kendimi biraz da mahcup hissediyorum. Tabi ki bu okuyucuma yönelik bir mahcubiyet değil. Sonuçta bu sayfayı okuyan, her zaman bahsettiğim bir iki kişi beni iyi kötü tanır. Benim ne kadar savsakçı bir adam olduğumu da gayet iyi bilirler. Benim buraya muntazaman yazı yazmayacağımın da farkındadırlar. Bu noktada benim duyduğum mahcubiyet , kendime. Bu sefer de onların yüzeliri kara çıkartamadım diye.
Neyse bu iç hesaplaşmayı atlayayıp, konumuza gelelim: Gezgin Kitap. Ben bu hadiseyi ilk kez aylar önce, bu site daha yayın hayatına başlamadan, çok sevdiğim televizyon programcısını Sevim Gözay'ın takip etmediğim (takip etsem de seveceğimi pek tahmin etmediğim) Cosmopolis adlı programındaki bir söyleşisinde duymuştum. Burada yazılar yazmaya başladığımdan beri de öncelikle Sevim Gözay hakkında, sonra da Gezgin Kitap ile ilgili yazılar yazma niyetindeydim.(*) Tabi sonra gerek benim savsaklamam gerekse olayn popülaritesinin istemediğim bir boyutta artmasıyla yapmacık olma korkumdan dolayı hep ileri tarihlere ertelendi yazı. Ama bir iki gün önce TRT'de gördüğüm bir reklamdan sonra artık bu yazının daha fazla ertelenemeyeceğini fark ettim. Hoş bu izlediğim reklam filminden sonra, hatta bu yazıya başlamadan önce yaptığım ufak araştırmata da bu konuyla ilgili herhangi bir şey bulamadım. İzlediğim reklamda İstanbul Deniz Otobüsü şirketi vapurlarına çok sayıda (10.000 diye hatırlıyorum) gezgin kitap koyacakmış. Bu noktada konuyla ilgili bilgisi olmayanların aklına gelen soru tabi ki "gezgin kitap nedir" sorusu. Şöyle özetleyelim.
Gezgin kitap adından da anlaşılabileceği üzere gezen kitaptır. Bu tanımı çok sinir bozucu olsa da yaptım çünkü bence bu ad ardından bu cümle gelebilisin diye uygun bulunmuş:) Gevezelik bir yana, sistem şöyle işliyor. Siz herhangi bir toplumsal alanda (park, okul, sinema, vapur, durak, vb. ) sahipsiz bir kitap buluyorsunuz. Bu kitap ilginizi çekerse (veya yalnız başınıza saat başında bir gelen bir otobüsü beklemek canınıza tak ettiğinde yanınızdaki kitap Metal Fırtına bile okumak zorunda kalabilirsiniz:) alıp okuyorsunuz. Sonra kitabı bitirdikten sonra başka bir yere aynı bulduğunuz şekilde, başıboş bir halde bırakıyorsunuz. Oradan da başka biri alıyor... Yumurta mı tavuktan, yoksa tavuk mu yumurtadan sorusuna gelince ise, herşey bireyden. Yani siz bir kitap alıp onun gezgin olmasına karar veriyorusunuz. Olay budur. Şimdi gitseniz kütüphanenizden başka insanların da okumasını isteyeceğiniz bir kitabınızı alıp içine, okuduktan sonra bulduğun gibi, sahipsiz bırakınız uyarısını yazdıktan sonra herhangi bir yere bıraksanız bu kitap gezgin oluyor. Tabi böyle bir hareketi tamamen bireysel yapmak da bir yerde düzensiz olur. İşte bu noktada Gezgin Kitap oluşumu devreye giriyor. www.gezginkitap.com adresinden ulaşılabilen bir internet sitesine sahip olan oluşum, gezgin yapmaya karar verdiğiniz her kitap için size bir "GK-ID" numarası veriyor. Bu numarayı kitabın içine, örneği sitede verilen etiketlerin üzerine yazıp, yapıştırdığınızda bu kitap sisteme kayıtlı bir gezgin kitap oluyor. Ve onu alanlar bu numara vasıtasıyla kitabın nerede olduğu ve kitap hakkındaki yorumları gibi bilgileri paylaşabiliyorlar. Şu an itibarıyla dönüşümde bulunan 206 kitap ve sistemin 875 kullanıcısı var.
Bu uygulama dünya çapındaki www.bookcrossing.com sitesinin Türkiye versiyonu. Bu sitedeki veriye göre şu anda dünyada dolaşan 2.5 milyon gezgün kitap varmış. Bu sayı göz önünde tutulunca biz daha yolun başlangıcındayız. Her hangi bir organizasyona (parti, zümre, şirket, vb.) bağlı olmayan bu bağımsız hareketi desteklemenin ve b uvesileyle insanlarla kitaplar gibi en güzel şeyleri paylaşmanın faydalı olacağı kanısındayım.

(*) Halen, Sevim Gözay ile ilgili yazı yazma niyetindeyim ama daha yeterince bilgi toplayamadım. Bu konuda çalışmalarımız devam etmektedir.

Yaz Yazıları 1: Haber Makinası

yazılış tarihi: 04.08.2006

Ben normal koşullar altında televizyon ile yakın alaka içinda yaşayan bir insanımdır. Küçüklüğümden beri hayatla ilgili en önemli etkinliklerimden biri televizyon seyretmek olmuştur. Devlet televiztonları TV1, TV2 ve TV3 (GAP Televizyonu)'de Susam Sokağı, yabancı diziler (ve "Bizimkiler") ve eğlence programlarını izleyerek başladığımız televizyon, özel kanallarla birlikte daha da renklenmişti ve televizyon izlemek bizim için vazgeçilmez bir etkinlik olmuştu. (Transformers, Tiny Toons, Animaniacs, Parlaiment Pazar Gecesi Sineması, Evli ve Çocuklu, ATV Ana Haber, Aileler Yarışıyor, Süper Baba, en nihayetinde İkinci Bahar ve şu anda hatrıma gelmeyen bir kaç yapım daha, özel televizyonların hayatıma kattığı güzel anılar olarak hep fikrimde yaşayacaklar.) Ancak sırası ile yatılı lise hayatı, üniversite yurdu ve televizyonsuz öğrenci evi beni son 5 yıldır televizyondan bir nebze olsun uzaklaştı. Şimdi yeni öğreci evimizde kocaman bir televizyonumuz da var ve ben bu sihirli alet ile yeniden televizyonu keşvetmeye başladım.
Tabi az önce belirttiğim televizyonla geçmiş zamandaki yakın alakam yaşımın, geleneksele yakın Türk Ailesi içindeki duruşuna bağlı olarak ancak gün içi ile sınırlı olmuştur. Liseye gelene kadar sadece bir kaç kere gece yarısına veya daha sonrasına kadar televizyon izlememe izin verilmişti. Bu sebep başı çekmesi ve sunucusunun saygısız kabul edilen tavırlarının toplumun geneli (büyüklerimiz) tarafından tasvif edilmemesi (onaylanmaması) ardıl sebebi tarafından desteklenmesi suretiyle önce Gece Kuşu ve daha sonra Televizyon Çocuğu programlarıyla akranlarım arasında büyük beğeni toplayan Okan Bayülgen'in programlarıyla televizyonla alakalı olduğumu iddia ettiğim dönemde tanışamamıştım. Hatta zaman ilerleyip onun açtığı yoldan ilerleyen Beyazıt Öztürk'ün de hemen hemen aynı saat aralığında yayınlanan programı X (X= , Rifle, Banvit, ...) Beyaz Show da çok meşhur olmuş olsa da ben o programla da tanışmamıştım. (Hatta hâlen o programı izlemişliğim yoktur.) Ancak ilerleyen zamanla birlikte Okan Bayülgen gerek oyunculuğu (Ağır Roman), gerekse başka kanallardan takip ettiğim eylemleriyle taktirimi kazanmıştı. İlk yayına başladıktan yıllar sonra programını seyretme olanağı bulduğumda önce stüdyoda bulunan ve telefonla bağlanan konuklarına hitabını ve tepkilerini yadırgayacak da olsam daha sonra bunu doğal karşılamaya başlayacaktım.
Gel gelelim bu birbiriyle alaklı gibi görünse de bütünlük taşımamasına özen gösterdiğim iki paragrafımın ortak noktasına: Haber Makinası.
Okan Bayülgen'in şu anda sürdürdüğü kişisel eğlence programından (ve ortak yapım şirketlerinden) ödünç aldığı Makina adını programın ilgi alanı olan Haber konusuyla birleştirilmesinden oluşan ismi dikkat çeken, Okan Bayülgen, Saba Tümer ve Hakkı Devrim'den oluşan kadrosuyla saygı uyandıran yapım benim şu aralar yeniden keşvettiğim televizyonda izlemekten en çok zevk aldığım program. Programlarını geç keşvetme olanağı bulduğum Okan Bayülgen'in ustalıkla yönettiği ve işlerini iyi yapan insanların katkıları ile yükselen; haber gibi, ülkemizde basın (gazete) döneminde çok iyi yapılmış olup şimdi medya (televizyon) döneminde kan kaybetmekte olan, zaruri bir başlığı inceleyen yapım ilk izlediğimden bu yana kendini seyrettirmek için her seferinde yeni nedenler de sunuyor önüme. Özellikle her program için itina ile seçilmiş konukları bu nedenlerin en önemlilerinden bir kaçını oluşturuyorlar. Tabi benim programı izlememdeki asıl amacım, kolaylıkla tahmin edebileceğiniz üzere, "Ömrünüze Bereket" bölümünden dilimizin kullanımıyla ilgili kesin ve doğru bilgiler elde etmektir.
Sonuç olarak bana bu sıcak yaz günlerinde, bu sayfda için uzun sayılabilecek bu yazıyı yazdıran programın seyre değer olduğuna emin olabilirsiniz.
Adana'dan sevgiler anacım:)

Türkiye'de... sıcak=adana

Dün aldığım duyumlara göre Adana'da bu hafta içinde hissedilen sıcaklık gölgede 45, güneş altında 60 dereceyi aşmış. Anlayacağınız haşlanıyoruz anacım. Yapay iklimlendiricilerden hazzetmediği için bu zor şartlar altında yaşam mücadelesini vermeye çalışan bendeniz ise artık beyninin sulanması tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ya da bu korkulan olay gerçekleşmiştir. Ya da Dark Side of the Force is a pathwaydir some unnatural olarak consider edilebilecek abbilitylere. Olmadı Dark Side of the Moon bir müzik aletidir. Hiç olmadı V vardır, Evey vardır bizi korurlar. Ya da korumazlar mı? Peki onlar korumazsa kimler korurlar? Ya adam bize "No, no, NO! You will die" derse çok alakasız bir yerde. Allahtan yanımızda "What have I done" diyecek bir Anakin yok. Ya da olsa daha mı iyi olurdu. Hadi onları geçtim Naruto da eğitiminde yardırıyor. Biz burada yerimizde sayıyoruz. Geçen evcenek de düşünündük ama acaba LOST'daki uçakta olmak istermiydik. Yok canım daha neler. O adaya düşecen de... Tropik adada bir avuç adam. Hem yalnız, hem de sıcak; hiç çekilmez:)

Dipnot: Ama Moulin Rouge'un Roxanne tangosu sahnesinde figüran olmak isterdim, şaka maka.

Çarşamba, Temmuz 26, 2006

... Hasuş'la ben ... pinhani

Dün Hasuş'la ben pinhani'nin albümünü aldık.
Bugün Hasuş'la ben pinhani'nin konserine gittik.
Yarın Hasuş'la benim ne yapacağımı boş verin, siz de pinhani dinleyin.


Not: Başlangıç için yukarıdaki bağlantıya tıklayabilirsiniz. Sitelerinde birbirinden güzel 3 şarkıları var. Hem de yasal :)

Perşembe, Temmuz 20, 2006

Bir Türk takımının ilk pist galibiyeti: Giorgio Pantano'yu sevdim:)


Yanda gördüğünüz adam Giorgio Pantano. Kendisi Petrol Ofisi FMS International GP2 takımının 1. pilotu. Yukarıda gördüğünüz araç ise pilotun 16 numaralı yarış aracı. Aranızda belki PO FMS takımına Monaco Grand Prix'i öncesinde (yaklaşık 2 ay önce) katılan bu İtalyan pilotun ve arabasının fotografını neden buraya koyduğumu merak edenler olabilir. Merak sahipleri için açıklayayım, kendisi geçen hafta sonu yapılan GP2 Fransa Grand Prix'inin 2. yarışını kazanarak hem sezon başında kurulan genç takımının ilk birinciliğine imza atan şahsiyettir. Ben de bu başarısını -geç de olsa- kendimce kutlamak için, buraya hakkında bir iki satır bir şey yazıp, fotograflarını koymak suretiyle kendisinden bahsetmek istedim. Aslında ben o kadar çok GP2 seyretmem. Bu arada hemen bilmeyenler için GP2'nin Formula 1'in alt ligi olduğunu belirteyim. Cuma günü antreman ve sıralama turları, cumartesi 1. yarış ve pazar 2. yarış olmak üzere 3 günde koşulan yarışda herkes aynı arabayı kullandıkları için bu yarışda pilotaj daha ön planda bulunuyor. Ben geçen pazar günü yapılan ve Pantano'nun birinci olduğu yarışı her ne kadar seyredememiş olsam da yine Pantano'nun 6. bitirdiği 1. yarışta da çok iyi bir performans sergileyip, sorun çıkaran sağ ön frenine rağmen 10 turu aşkın bir süre, yarışa pole pozisyonunda başlayan Lopez'i arkasında tutmayı başarmasını saygı ile izlemiştim. Anladığım ve kendinin de demecinde bildirdiği üzere pazar günü bu fren sorunu da giderilmiş ve güzel bir galibiyet elde edilmiş.

Tamamının Aydın Doğan'a satılmasından bu yana "hazzetmediğim şirketler listesinde" kendine sağlam bir yer bulmaya çalışan Petrol Ofisi'nin sezon başında, "seyirci değil, oyuncu olacağız" ilkesi sonucu Reault F1 Takımı 2. pilotu Fisichella'nın sahibi oldu FMS International takımıyla yaptığı ortaklık sonucu doğan Petrol Ofisi FMS International GP2 Takımı, bu galibiyetle başarılı bir proje olduğunu göstermiş oldu. Ben de bir seyirci olarak üzerime düşeni yapıyor ve sizle bu haberi paylaşmak suretiyle kendilerini tebrik ediyorum.

Pazar, Temmuz 16, 2006

İzlemiş olduğum filmer hakkında...

Bir zamanlar sık sık sinemaya giderdim. Vizyona giren hemen hemen tüm filmleri 2-3 sene boyunca sinemada izledim. Hatta o zamanlar kendi dar çevremde insanlar bir filme gitmeden önce benim görüşümü de sorarlardı. Tabi bu zamanların benim ortaokul hayatıma denk gelmiş olması helen hatırlayınca güldüğüm, komik bir hadisedir. Herneyse, artık o kadar sık sinemaya gidemiyor ve film izleyemiyorum ama halen sorusu sorulduğunda sinemayla ilgilenirim derim. Tabi bununla ilgili herhangi bir eylem yapmışlığım yoktur uzun zamandır. Neyse uzun lafın kısası, elimde bileti olan izlediğim bütün filmleri imdB'de oy listeme ekledim. Canınız sıkılırsa veya bir filmle ilgili benim görüşümü merak ederseniz bakabilirsiniz. Maksat hizmet olsun, biraz da can sıkıntısından kaçış tabi;)

Cumartesi, Temmuz 08, 2006

Dünya Kupası 2006: Final


Yine bir 10. gün sendromunda, geçiştirme yazısı yazacağım. Sebebimiz, malum Dünya Kupası. Ben her ne kadar Arjantin'in elenmesinin yaşattığı hayal kırıklığını üzerimden atamamış olsam da,birazdan 3. maçı ve yarın da final oynanacak. Finalin adı da hepimizin bildiği üzere İtalya-Fransa. Bu kupayla ilgili buraya yazacağım ilk ve umarım tek yorum, "şu ana kadar final serisinde İsviçre maçı dışında istediğim gibi hiç maç bitmeyen şu dünya kupasını İtalya kaldırsın bari de biterken ben de mutlu olayım"dır. Neyse ben maça hazırlanmaya başlayayım: "Deutschland, Deutschland, über alles..."

Perşembe, Haziran 29, 2006

söz tutmam ben... ama sörf yiyebilirim

Son yazımı yazmamdan bu yana geçen 18 günlük zaman yazdıklarımın gerekliliği ve doğruluğunu bir kez daha gösterdi bana. Hoş bu sefer, tutumumu haklı gösterecek sözde bir çok nedenim var ama beni bu yalanlarla kandıramam ben. İkimizin ya da birimizin de çok iyi bildiği üzere böyle orta dereceli zorluklar (evde internet olmaması, yaz okulu dolayısıyla haftada -9u kabir azabı yaşatan- 18 saat derse girmem ve çalışmayacağım için vicdan azabı duyduğum ve duyacağım bir diferansiyel eşitlikler ara sınavı) ancak yapılmayan bir işe bahane olurlar, yoksa yapılmak istenilen bir işe kesinlikle engel olamazlar.

Ama bu sefer bu iç hesaplaşmamla boğmayacağım monologlar yığınımı (blogumu). Onun yerine gündelik şeyler söyleyecem. Sörekli söylediğim, söylemek için düşünmediğim, omur iliğimin yardımıyla ortama verdiğim sözlerimi dökecem buraya da. Burayı de kirleteceğim. Neden? Çünkü kolay. Çünkü hitap kitlesi daha geniş. Çünkü burası her ne kadar benim egom için yapılmış bir proje olsa da benim dışımda bir iki tane daha okuru var buranın -umarım.

İşte başlıyorum:
1) 10 gün önceki Adana ziyaretimde biraz geç de olsa keşfettiğim 3 programdan 1 tanesini hala takdir ediyor ve takip etmeye çalışıyorum. Bu program tabi ki atv'de yayınlanan Sabah Yıldızları adlı program. Hoş dikatinizi çektiyse takip etmeye çalışıyorum dedim; çünkü kendini bilmez ODTÜ yönetimi haftalık ders programıma, 4 gün, programın yayın saatine ders koymuş. Dolayısıyla kaçırıyorum ben de bu eğlenceyi, pardon şahaneyi. (Yanlış sözcük kullanımına da dikkatinizi çeleyim mi?) Ama sağolsunlar, akşam yayınlanan magazin programlarımız gündüz programı izleyemeyen insanlar olabileceği düşüncesiyle hemen hemen her akşam tekrarını veriyorlar. Hem de "n" kanalda. (Burada da n bilinmeyen, büyük sayı anlamında. Hatta yer yer mübala anlamı da katmıştır.) Bu programın gerçek yıldızı olan Meriç Bey'e övgüler dizecek edebi kapasitem ve takatim olmadığı için yıldızları sönen iki programın değerli sunucularının adlarını söyleyip, bir sonraki başlığıma geçeceğim: Seda Sayan ve Lerza Mutlu.
2) Nil Karaibrahimgil'i çok seviyorum. Ama söz yazmayan bir Nil Karaibrahimgil'i daha çok severdim. Yok ben illa söz yazacam diyorsa başımızla birlikte ama keşke yazmasa. Ya da yazarsa yazsın, biz onu görelim yeter :) Hatta, "SAĞ ELLER HAVAYA..."
3)Bu yaz Türk müziği için lanetli bir yaz oldu. Daha yaz bitmemiş olmasına rağmen çok rahat konuşabiliyoruz çünkü durum bu noktadan sonraya iyiye gidemez, olsa olsa daha beter olur. Ne demek istediğimi anlamayan veya anlamazdan gelenler için bu yaz albüm ve klipleriyle kulaklarımızı ve gözşerimizi zehirleyen ünlülerimizi kısaca hatırlayalım: Serdar Ortaç ve Yıldız Tilbe önderliğinde, Demet Akalın, Hande Yener, Gülben Ergen ve Gülşen; Pamela, Ajda Pekkan, Kenan Doğulu, Ayna, Altay, Natalia, Ebru Yaşar, Berksan, Hepsi ve Hızır Acil. Bunlar gündemi sarsabilecek güçte olanlarıydı, tabi bunların yanında onlarca bunlardan bile daha kötü ama adları bilinmediği için bizi etkilemeyen müzik de yapılıyor. Nerden nereye be?

Bu son madde midemi kaldırdı. Daha fazla devam edemeyeceğim. Şimdilik bu kadar, saygılarımla.

Pazar, Haziran 11, 2006

Zorundalık mı desem; ne desem?

Ben buraya yazmaya başladıktan, daha doğrusu bu siteyi kaydettirip, yayına başladıktan sonra benzer bütün işlere başalarken yaptığım gibi "umarım bu sefer düzenli birşeyler yazabilirim" diye bir temenni bulunmuştum. Tabi sonra bu temenniyi unuttum ve kendi zaman kavramı kaymış dünyamda yaşantıma devam ettim.

Bir müddet sonra hatrıma emreyilmazdan başlıklı bir blog tuttuğum geldi.Girdim tekrara baktım siteye, bana bir kaç aymış gibi gelen yazı yazmadığım sürecin 10 günden ibaret olduğunu gözlemledim o zaman. 10 gün görece uzun bir zaman olmakla birlikte, düzensiz aralıklara yazı yazılan bir sitenin en uzun güncellenme aralığı olmak için çok uzun gelmedi gözüme. Hal böyle olunca ben de "ben bu siteyi en geç 10 günde bir yenileyim o zaman" gibi birşeyler söylemiştim kendime.

Mayıs başı gibi olmuştu bu alttığım olay, yanlış hatırlamıyorsam. Üzerinden bir ay kadar bir zaman geçmesine rağmen kendi kendime verdiğim diğer sözlerde de gördüğümüz üzere ben de bir lakayıtlık baş gösterdi. Ve bu şekilde bugüne, yani haziranın 11'ine geldik. Bu tarihin ne özelliği var sorusu cevabı bariz bir şekilde, son yazı yazdığım 1 haziran gününden 10 gün sonraki tarih olmasıdır. Yani kendi kendime veriri gibi yaptığım sözü -daha doğrusu sözümsüyü- kaçırmamam bu tarih aralığındaki son fırsatım. Tabi siz bu yazıyı okuduğunuzda -eğer okuyan varsa tabi diyerek yazar* kaygısı güdeyim- bu fırsatı kaçırmadığımı göreceksiniz. Ama bu yazımın konusu kafamda "neden bu fırsatı kaçırmamazlık etme çabası sarf ettiğim" oılarak belirmişti.

Sadece bu özel durumdan ziyade genel olarak da benim buraya ya da biryerlere bir şeyler yazmamın sebebi nedir? Bu benim pek çok kez kendime hatta dolaylı veya doğrudan, hayatımda etkinliğe sahip olduklarını gözlemlediğim arkadaşlarıma yöneltmiş olduğum bir sorudur. Tabi burada sorguladığım şey yazarlık değil benim yazı yazma eğilimimdir. Herhalde bu noktada benim yazı yazma eğilimimin tanımlanması ile sorunu irdelemeye başlamak en akılcı hareket olacaktır. Çünkü ben edebi türler içerisinde ifade edilebilecek bir türde muntazaman eserler vermiyorum. Bilgilendirici özelliği ön planda olan yazılar da yazmıyorum. İçimdeki anaforların dışa vurumu şeklinde nitelendirilebilecek yazılar da yazmıyorum. Zaten bunlardan herhangi birini yabilecek bilgi, deneyim, tecrübe ya da cesarete sahip değilim. Ama bunlar hepsinin belli oralarda karışımından oluşan zaman, biçim ve karışım oranı bakımından tutarlılık göstermeyen yazılar yazıyorum ben. Ben bunları genel kanıda olduğu gibi, "bilgilendirici ve deneme türünde yazılar" olarak sınıflandırmaya karşıyım. Kanımca benim yaptığım tanım sebebimi anlamamda bana daha yardımcı olacak bir tanımdır.

Yazmamın sebebinin anlaşılması için faydalı olacağını düşündüğüm bir açıklma ise yazdığım metinleri okunmasından genel olarak utanmamdır. Mesela halen biri yanımda bu siteden ya da burada yazmış olduğum bir yazdıdan bahsetse önce hemen utanıyor ve sıkılıyorum. Hatta helen bazı samimi arkadaşlarımı bu siteye girmeleri yönünde telkin edemiyorum. Tabi bazı arkadaşlarıma da sitanin varlığından bahsettim ama zaten kim internete vermek suretiyle yayınladğı yazılarının okunmasını istemez. Zaten sorun da bu sevgili okur, yazdıkları şeylerden (değeri, üslubu ve bol hatalılığı) ve okunmasından utanan ben neden başkaları tarafından okunması için bu site vasıtasıyla yazılar yazıyorum. Cevabını aradığımız soru bu. Ama benim bu oturumda bu sorunun çözümüne göz önünde daha fazla katkıda bulunma eğilimi yok. Siz buraya kadara yazdıklarımı okuyup, çözüm için bana önerilerinizi ve yorumlarınızı yazarsanız müteşekkir olurum.

Şimdilik bu kadar diyerek bu soruyu yazının başından beri her aşamasında tekrar tekrar belirttiğim üzere "her zaman olduğu gibi" başka bir zaman tamamen çözümlemek üzere erteliyoruz. Ama bu seferkini bir mağlbiyet olarak görmüyorum, çünkü bu sefer alışık olduğumdan fazlasını ve ortaya, döktüm. Bu iyiye işaret.

-----------------------------------------------------------------------------

*Biraz müstehçen kaçabilir ama şu sıralar en sevmediğim adamlar sıralamısında saygın bir yere sahip olan Emre YILMAZ arkadaşımıza (bendeniz olur kendileri, gerçek yazar Emre YILMAZ ile herhangi bir alakası yoktur) burada kıçımın yazarı yakıştırmasını yapmadan metnimi neticelendirmek istemiyorum.

Perşembe, Haziran 01, 2006

3. X-Men'in etkileri sürerken biz 4.yü beklemeye başladık bile


X-Men: Son Direniş gösterime gireli nerdeyse bir hafta oluyor. İlk geçen cuma gittiğim filme az önce 2. defa gittim. İlk seyrim sıkışık bir döneme denk gelmiş olduğu için sinema salonunu hayran hayran terk etmiş olmama rağmen filmle ilgili yazımı ertelemiştim. Ama o film şeridini tekrar görünce ve ilk seyrimde beklemediğim film sonu özel sahneye dikkat edince artık bir yazı yazmam kaçınılmaz oldu.

Ama bu sefer sinema içerikli yazımda -bu blogda daha önce olmadı ama- filmi enine boyuna eleştirmekten, artılarını eksilerini ortaya dizmektense gayet basit bir yorumda bulunacağım: "Eğer türüne azıcık ilginiz veya konu hakkında ufacık bir bilginiz vasa kesinlikle kaçırmayın!"

Siz Ankara'da sadece 4 salonda gösterimde olan bu filmi kaçırmamaya çalışırken biz de 4.sünü beklemeye devam edelim.

Not: Evet Wolverine hastasıyım :P

Çarşamba, Mayıs 24, 2006

Anında mesajlaşma

ICQ vardı bir zamanlar, hatırlar mısınız? İnternetin, başta mIRC (o zamanlar chat diye bahsedilirdi kendisinden) olmak üzere yaygınaşmaya başladığı dönemde önce elitist internet kullanıcıları sonra da herkes tarafından kullanılmaya başlamıştı bu kendi halindeki anında mesajlaşma (ecnebicesi instant messenging) programı. Sonra gel zaman git zaman, alfalar, betalar ve yıllar havalarda uçuştu, icq kabardıkça kabardı. En son bir de "lite" gördük ya da görür gibi olduk çünkü arkadan doğan MSN -Messenger- güneşinin(!) ışığı gözümüz kamaştırmıştı. Windows Me ile tanıtılan Windows Messenger'in cicili bicili hali olan MSN Messenger ülkede Bill Gates'i bile şaşırtacak bir fırtına estirecek ve 7 den 70 e bilgisayar kullanan herkes MSN Messenger da kullanacaktı bu ülkede. Bu fırtınada icq gibi eski devlerin de adları unutuldu kitleler tarafından; ama hep sadık bir iki kullanıcısı kaldı bu devlerin. Ben de son zamana kadar icq için bunlardan biriydim. Ama hiç kullanıcısı kalmadığını gördüğüm için bir iki aydır ben de açmıyordum icq yu. Geçenlerde bir gün sitesine girdim ve 10. yıl dönümü olduğunu gördüm. Yeni bir de sürümü çıkmış 5.1 diye. Tekrar heveslendim, "iyi ki doğdun" diyerek programı indirdim ve kurdum. Bu olay iki gün önce oldu ve az önce hayatımda ilk kez bilgisayarımdan icy yu sildim. Yeter artık değil mi ya, rakiplerin canavar gibi çalışıp sürümlerini hep daha iyiye taşırken icq neden hep daha kötüye taşıyor. Benim burada -sorunsuz çalışan- anında mesajlaşma programlarının insanları nasıl etkilediğinine, sosyal yaşantı üzereine etkilerine değinmem gerekirken icq benim bu haklarımı elimden alıyor, çünkü insan sevdiği bir şeyden ayrılırken diğerlerini düşünemiyor.
Şaka bir yana artık icq kullanmıyorum, MSNim de genelde çevrimdışı görünüyor. Bana ulaşmak isteyenler Google Talk kullansın lütfen. Bilgisayarında halen G-Talk yüklü olmayanlar yandaki destek başlığı altında googletalk tuşundan indirebilirler programı. Kullanımı için Gmail hesabı istiyor o kadar. Zaten ben size bir gmail hesabınız olmasını da öneririm. 2gb ve sürekli artan bir mesaj alan, kolay kullanımı, sevimli arayüzü ve pop3 desteği ile gayet güzel bir e-posta hesabı. Tabi bütün kişisel bilgilerinizin ve mesajlarınızın Google tarafından saklanması gibi bir durum da var ama ben artık paranoya yapmaktan sıkıldım. Eğer bir şeyin oalcağı varsa olur diyecek akdar da kaderciyim bu aralar.

Pazar, Mayıs 21, 2006

Bilim ve Teknoloji Müzesi

heyecanımı tekrar kazanmalıyım,
bu sefer kaybetmemek üzere!



Uzun zamandır gitmek istediğim ve bu ziyaretimi süreli ertelediğim Bilim ve Teknoloji Müzesi'ne en nihayetinde geçen haftalarda Ankara'ya ziyaretimize gelen bir arkadaşım sayesinde gitmiştim. 2 gün önce yukarıdaki büyük fotografta görülen şahıs olan Hasan ile tekrar gittim bu müzeye. Öncelikle, daha tam faliyete geçmediği kanısından olsam da buranın başarılı bir tesis olduğunu belirtmeliyim. Farklı bir tasarımı olan (genel kanı bir tencereyi andırdığı yönünde) ana sergi binasının alt katı -Altınpark'taki Feza Gürsey Bilim Merkezi gibi- bir bilim merkezi şeklinde tasarlamış. Bu katta deneyebileceğiniz pek çok deney seti bulunmakta. Mesela palanga sisteminin işten kazandığını görmek için kendi oturduğunuz sandalyeyi kendi çektiğiniz iple havaya kaldırmak gayat akılda kalıcı ve eğlenceli bir eylem. Bu şekilde daha pek çok set var bu katta. Yine bu katta bilim tarihi müzesi de başlıyor. Hemen giriş kapsının yanında farklı insan türlerinin kafa taslarının gösterimiyle başlayan bu bölüm, geçmiş dönemler ait bazı teknolojik aletlerin sergisiyle devam ediyor. Üst kat ise tamamen bilim tarihi müzesi biçimine uygun. 2 ana bölmeden oluşan bu katta, görece daha alçak kalan bölmede başta cam olmak üzere eski kimya deney malzemeleri sergilenmekte. Müzenin en yüksek seviyesinde ise eski ölçüm aletleri, optik malzemeler (fotograf makinası, baskı makinası, projeksiyon makinası, dürbünler,vb.), radyolar ve daktilolar bulunmakta. Bu bölümde sergilenen esererden özellikle şu anda hayat mücadelesi veren eski başbakanlarımızdan sayın Bülent ECEVİT'in adıyla özleşleşmiş Erika marka daktilosu ile gazetecilik şehitlerimizden Çetin EMEÇ'in daktilosu dikkat çekmektedir. Daha giremediğim bir tan edaha sergi salanu bulunan müzenin açık havada uçak, otomobil ve muhtelif araç gereç sergisi de bulunmaktadır. Müze tesisi içinde bulunan kafe ise camdan, şık görünümlü bir bina olup içerisinde cam üretimiyle ilgili bir miktar bilgi veren bir bölüm bulunmaktadır. Bu kafenin ürün çeşitliliği ve fiyatları hakkındaysa bilgim yoktur. Pazartesi günleri kapalı olan tesis, haftaiçi 09:00-17:00, haftasonu ise 10:00-18:00 saatleri arasında hizmet vermektesir.

Cumartesi, Mayıs 20, 2006

ODTÜ 50. Yıl Stadyum Konserleri


Bu duyuru ilk gördüğümde inanmamıştım. ODTÜ’nün 50. yılı şerefine bahar şenliğine getirileceği söylenen ve getirilemeyen grupların yanında görece zayıf kalan bir kadrosu olsa da yine aynı olaydan ötürü böyle bir konserin yapılmasına pek olası bakmıyordum. Bana daha çok bir şaka gibi geliyordu bu olay. Hatta konserin internet sitesi ilk açıldığında bile biri üşenmemiş ve şakayı sürdürebilmek için gerçekte olabilecek bir internet sitesi bile hazırlamış demiştim. Fakat artık duyuruların artması ve konsere çıkacak grupların konser takvimlerinde 28 Mayıs 2006, ODTÜ Stadyum Konseri ibarelerinin görülmesi itibariyle böyle bir konser olacağından artık eminiz.
Yukarıda bahsetmeye çalıştığım şey pek çoğunuzun anladığı üzere (biliyorum sadece başlığa bakmak da yeterli ama alışılagelmiş kalıpları kullanmakta da vardır bir fayda) 28 Mayıs 2006 Pazar günü ODTÜ Stadyumu (Devrim)’de yapılacak ODTÜ 50. Yıl Stadyum Konserleri: Türk Kızılayı & ODTÜ Festivali. 12:40da kapıları açılacak olan bu festival saat 23:30a kadar sürecek ve sırasıyla, Pandomim (12:40-13:25), Salane(Josef K.) (13:40-14:25), Pompa (14:40-15:25), Kılçık (15:40- 16:25), Kül (16:40-17:50), 110 (18:10-19:20), Mavi Sakal (19:40-21:20), Starsailor (21:40-23:30) adlı gruplar sahne alacak. Konserler ODTÜ dışından katılıma açık olacak ve davetiye edinilmesi için yapılması gerekilen şey Türk Kızılayı’na 20YTL bağışta bulunmak olacak.
Bu konser her ne kadar kaçmayacakmış gibi görünse de -Mavi Sakal’ı İki Yol’u söyleme olasılığı herhangi bir konseri kaçmayacak konser statüsüne yükseltebilir-, muhtemelen benim ay sonu itibariyle böyle bir etkinliğe verebilecek bir 20YTLm kalmamış olacak. Eğer böyle bir durum olursa yapmamız gereken tek şey, stadyum kapılarının biletsizlere de açılmasını beklemek olacak. Yoksa tellerden atlamak suretiyle konser alanına girmek ya da stadyum çevresinden konseri takip etmek gibi terbiyesiz eylemlerde bulunabiliriz. 28 Mayıs’ta Devrim’de görüşmek üzere!

Cuma, Mayıs 19, 2006

19 Mayıs 2006

19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'na geçen 23 Nisan'da olduğu gibi yoğun bir karamsarlıkla giriyorum. Hatta bu sefer karamsarlıktan daha fazlası çaresizlik ve korku da var içimde. 83 yıllık Türkiye Cumhuriyeti yine bir kazan gibi kaynıyor. Daha geçen gün Danıştay'a düzenlenen aşağılık saldırı ve ardından yaşananlar bu çalkalantı ve sancının ciddi bir dışa vurumudur.
Peki ne olacak? Halkın artık iyiden iyiye nefretini göstermekten çekinmediği hükümet gidecek, erken seçim olacak ve Tükiye daha güzel bir siyasi iktidar tarafından geleceğe mi taşınacak? Şahsen hiç sanmıyorum. Bence bir müddet daha kan dökülecek, belki bazı kazanımlardan taviz vererek başımızdaki hükümet değişecek ve yerine başka bir kötü yönetim gelecek. Bunlardan sonra gelecek olanların bunlardan kötü olacağını kesinlikle düşünmüyorum ancak -bunlardan iyi olmakla birlikte- iyi de olmayacaklar. Gene ezilecez gene üzülecez ve açıkçası ben bu döngüden dışarı çıkılabilirliği bilmiyorum. Aslında geçici süreyle de olsa bu döngüye bir son vermenin yolunu biliyorum ama yazının başında belirttiğim korkumdan dolayı bundan ciddi bir şekilde, yüksek sesle bile bahsetmekten çekiniyorum. Bu çekingenlikle de nereye gidebileceğimi bilmiyorum ama zamanda yol aldığımız kesin.
Bu karamsar tablodan sonra en azından saygı duyduğumuz kişinin hatırasına sahip çıkmak adına bu yazıyı yazma amacımıza gelelim. Bugün gençliğin yani benim ve bu sayfayı okuduğunu tahmin ettiğim iki üç kişinin yaş grubunun bayramı. Bu bayramı yine adına -Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı- uygun bir şekilde, bir bayram şenliğiyle geçirelim ki anılacak kişinin hatırasına sahip çıkalım.

Çarşamba, Mayıs 17, 2006

ODTÜ Finaller: Bahar 2006

Bir final dönemine daha başladık. Aslında bugün finallerin 3. günü ama ben daha yeni yeni idrak ediyorum final döneminin başladığını. Hoş bu 3 günde 2 de sınav olduk ama nedense ancak bugün akışkanlar mekaniği sınavından çıkıp sınavlara 3-4 günlük bir ara verince fark ettim finallerin başladığı ve akademik yılın bitmek üzere olduğunu.
Bu ODTÜ'deki 4. final dönemim ve herhangi bir farklılık göstermiyor. Her sene olduğu gibi bu sene de finallerin başlamasıyla veya biraz daha öncesinde başlayan bir rahavet havası sardı beni ve çevremdeki insanları. Ve yine her sene olduğu gibi final dönemlerinde dikkatlerini toplayıp bazı konulara -genel olarak (olması gerektiği üzere) derslere- yoğunlaşabilen insanlara bakıyoruz imrenerek. Hoş bu olay her sene daha vahim bir hal alıyor. Her sene daha erken ve daha etkin bir rehavet havasına kapılıyoruz. Odaklanmamız ise sene içinde bile yok denilebilecek seviyelere düştü. Uzun lafın kısası her geçen sene durgunluğa büyük bir adım daha yaklaşıyoruz. O noktaya belki başka hiç bir insanın gitmediği kadar hızlı ilerliyoruz. Ve açıkça söylemek gerekirse bu beni korkutuyor.
Tabi bu dönemin bir de güzel yanı var. Bu konuların farkına varmak. Sene içinde bizi içten içe rahatsız eden ama hep savsaklamak için bahane bulabildiğimiz konuları düşünmemiz için iyi bir dönem bu final dönemleri. İnsanlar hep kararların eşiğine geliyor bu dönemlerde. Ve yine zaman ilerledikçe yani her düşünce döneminde cavap vermeye daha da yakınlaşıyor insan. Benim gibi cevabı bulabileceğiyle umuduyla yaşayan insanlar için bu yeterince iyi bir motivasyon.

Pazartesi, Mayıs 08, 2006

Takip ettiğim yayınlar (podcasts)

Yan menümün sonuna yeni bir başlık açtım. Daha doğrusu iki başlık açtım ama birisi sadece orada boş boş duran destek tuşlarını bir başlık altına toplamaktan başka bir amacı olmayan ve bu bağlamda çok gerekli olmadığı da düşünülebilecek "destek" adlı başlık. Benim heber vermeye çalıştığım ise yazıyla aynı adı taşıyan ve takip ettiğim iTunes Yayınlarının (Podcast)* adreslerini veren başlık. Eğer iTunes'unuz varsa ve bu programları dinlemekle ilgilenirseniz tek yapmanız gereken verilen linklere tıklamak ve oradan yayına üye olmak. Hatta üye olmadan da istediğiniz bölümü tek başına da bilgisayarınıza indirebiliyorsunuz. Eğer üşenmezsem yakın zamanda takip ettiğim yayınların kalitelerini de kendimce değerlendirmeyi planlıyorum.
Aslında kısa vadede bir kaç söz söylemek gerekirse, yayın kalitesi ve program özellikleri bakımından Türkiye'deki en başarılı yayının Alt Sokak olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca sinemayı bir şekilde takip etmek istiyorsanız BSS (Bazıları Sinema Sever) gerçekten yerinde bir tercih olur. CNN Türk'ün yayınları ise halen tam oturmamış. Frekans'ın yayını gayet sorunlu. Afiş ise ona göre baya iyi durumda; seyre değer. Diğer yayınlar hakkındaki değerlendirmelerimi eğer sözle ifade edilmeye değer bir şey yoksa linklerinin yayına koyacağım 5 üzerinden yıldızlara göre anlatmaya çalışacağım. Hoş 5 üzerinden not vermek en başarısız olduğum konulardan biridir ama elimden geleni yapmaya çalırım.
Son olarak takip ettiğim bu düzenli yayınların dışında Cüneyt Özdemir'in 1997 yılında kaydettiği Düş Sesi adlı hikayesi de dinlenmeye değebilir, belki.


*bakınız: geçen yazım

Perşembe, Nisan 27, 2006

iTunes sevmem için yeni bir neden: "Podcast"






Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa 1 yılı aşkın süredir kişisel müzik arşivleme (jukebox) programım olarak Apple'ın iTunes ürününü kullanıyorum. Benim için bilgisayarla tanışmamdan bu yana ayrı bir yeri olan Quicktime'ın açtığı kapıdan devam eden sonra onu da bünyesine katan bu marifetli programı A.B.D. başta olmak üzere pek çok ülkede insanlar müzik market özelliğiyle de biliyorlar ve seviyorlar. Hatta Apple'ın verdiği bilgiye göre "iTunes Music Store" dünyanın bir numaralı internet müzik marketi. Hadi bunlar da yetmezmiş gibi resmi yazılımı olduğu iPod da moda olmasının dışında, çok da marifetli ve Dünya'nın en çok tercih edilen taşınabilir sabit tekerli müzik çaları. iTunes kullanmak için bu kadar çok nedenimiz varken Apple yeni bir "moda" akım daha başlattı: Podcasting!
Podcast adından da anlaşılacağı üzere iPodlar için tasarlanmış bir yayın ağı. Ancak iPodların hereketli veri taşıma donanımları olmadığı için -bu aletler, başlarda radyoları dahi olamadığı için çok eleştirilmişlerdi sonra iPodlar için radyo araçları geliştirildi ancak ne derece başarılı oldukları tartışılır- bunu bilgisayar üzerinden yapabiliyoruz ancak. Tabi tahmin edebileceğiniz üzere bu iş için iTunes programını kullanıyoruz. Tabi siz şimdi benim iPod'um yok ben bunu ne yapacağım diyebilirsiniz -not düşmek gerekirse, benim de yok. Ancak siz de benim gibi evinde televizyonu olmayan ve görsel yayınların bir kısmını takip etmek isteyen, en olmadı yayın saatinde işiniz olduğu için dinleyemediğiniz bazı radyo programlarını işiniz bittikten sonra bilgisayarınızdan dinlemek isteyen biriyseniz bu yeni özellik yüzünüzü güldürebilir.
Dediğim gibi bu da Apple'ın son zamanlarda başını çektiği pek çok hareketlilik gibi bir moda şeklinde yayılıyor. İnsanlar ellerinden geldiğince hızlı bir şekilde yayınlayabildikleri kadar çok podcast yayınlamak istiyorlar. Tabi bunlar bir kısmı ücreti -beni ilgilendirmeyen tarafı. Türkiye'de de CNNTürk ve Radyo ODTÜ bu işle ciddi bir şekilde ilgileniyorlar. CNN Türk'te çeşit fazla ancak kalite ve ciddiyet zayıf. Eksik bölümlere çok sık rastlanıyor. Güncellik sorunları var. Radyo ODTÜ ise popüler 4 programının podcast yayınını veriyor. Gayet özenli ve kaliteli yayınlar. Öneririm. Türkiye'den başka göze çarpan radyo n101 bir programının ve Cem Ceminay da radyo programının podcastini yayınlıyor. Türkiye'den yayını merakla beklediğim kurumsa NTV. Kendi basın yayın topluluğu bünyesinde olan radyo n101 yayın yaptığına göre bu teknolojinin farkındalar ve deneme yapıyorlar kanımca. Son olarak ilgimi çeken başka bir yayınsa 5n 1k programının eşyapımcısı Cüneyt ÖZDEMİR'in sesli günlüğü oldu.
Yeni yeni ilgilenmeye başladığım bu teknoloji hakkında gelişmeleri elimden geldiğince buraya yazacağım.

Pazar, Nisan 23, 2006

23 Nisan

Hepinizin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun.
Ben kendi adıma, içimizin neşe dolması gereken bu bayrama her sene olduğundan daha büyük bir karamsarlıkla giriyorum. Umarım siz bayramın neşe ve huzur dokusuna dokunabilenlerdensinizdir. Bu noktada 23 Nisan'ı sadece çocukların bayramı sananlar bu çocuksu saflıklarıyla Çocuk Bayramı'nı doyasıya kutlamayı hak ediyor. Bayramın ulusal egemenlik yönü olduğuna vâkıf olanlar ise "Ulusal Egemenlik"lerine sahip çıkmak adına birşeyler düşünsünler lütfen ki benim içimi karartan da bu.
Benim elimden kısa vadede düşünmek ve böyle küçük, seçkin topluluklara -kendimce- uyarıcı yazılar yazmaktan başka birşey gelmiyor. Önerisi olan varsa paylaşmasını da rica ederim.
Birlikte nice bayramlara.

Perşembe, Nisan 20, 2006

Gripin'in sitesinde gördüm bu reklamı ilk. Gripin'in bateristi çalmış albümün baterilerini. Sonra gittim sitesine baktım. Çıkış şarkısı mp3 biçiminde var sitesinde ve kendisi parçanın paylaşılmasını istiyor. Bunu iyi niyetlerle yaptığını varsayıp çok mutlu oldum. Bu yüzden bunu buraya yazmak istedim. Şarkı müthiş bir şarkı değil belki ama dinlenebilecek bir şeye benziyor. Umarım yanılmıyorumdur :P

Salı, Nisan 18, 2006

Su, Anjelika Akbar ile geciken tanışma

Bugün birisi görece daha eski, yeni olamayan iki albüm aldım: Anjelika Akbar'ın Su'su ve Hüsnü Şenlendirici'nin Hüsn-ü Klarnet'i. İkisi de ne zamandır almak istediğim albümlerdi. Zaten eve girer girmez başka bir işle uğraşmadan bilgisayarımın başına gidip CD okuyucusuna taktım daha eski olan ve daha arzulu ve meraklı istediğim albümü. Anjelika Aybar adını sevdiğim yerlerde ve sevdiğim şeylerle birlikte duymaya aşikarım. Kendisi bir gün, ara sıra takip ettiğim DerKİ internet süreli yayınının yazarı olarak çıkıyor karşıma. Başka bir gün sevdiğim bir kuruluş olan Yapı ve Kredi Bankası'nın 61. yaşını kutlamak için düzenlediği etkinlikte görüyorum onu sahnede. Müzik dükkanlarına gittiğimde Vivaldi'nin çok sevdiğim 4 mevsim konçertosunu çalmak için piyanonun başına geçmiş güler yüzünü görüyorum. Ama en son Cumhuriyet gazetesinin bir son sayfasında gördüğüm ufak yazıdan sonra ona kayıtsız kalamayacağımı anladım. Anjelika Akbar, Mısırlı Ahmet, Ercan Irmak ve üstad ERKAN OĞUR birlikte "Karşılama" adlı bir konserler dizisine başlamışlar. Adını Erkan Oğur'la da birlikte duyunca artık yeter dedim ve bulduğum ilk fırsatta Arkadaş Kitapevi'ne gittiğimde Su adlı ablümü arşivime eklemiş bulundum.
Bir zamandır klasik müzikle ilgilenmeye çalışmaktayım. (Tabi dinleyici olarak.) Yüzümü de özel olarak piyanoya döndürmek üzereyken bu bayanla tanışmamız gerçekten çok güzel oldu. Daha önce Anjelika Akbar'ı hiç dinlemediğim için bir albümü dinlemeye başlamadan önce bir tedirginlik vardı içimde ama ilk notalar duyulmaya başladıktan sonra bu kaygılarımın yersiz olduğunu fark ettim. Albümü daha uzun uzun dinlemediğim için detaylı yorumlar yapamayacağım ama ilk izlenim olarak Su, adının bana yaptığı ilk çağrışımlar olan dinginlik ve huzur öğeleri üzerinde duran bir albüm.
Dinliyorum, dinledikçe gelişen yorumlarımı da yazarım.

Not: Hüsn-ü Klarnet daha çok tanınan bir albüm olduğu için onun hakkında yorum yazmıyorum. Ama ne kadar güzel olduğunu hepimiz biliyoruz değil mi?

Pazartesi, Nisan 10, 2006

Çiçeklerim

Nihayet kendime çiçekler alabildim. Artık her sabah uyandıktan sonra havanın nasıl olduğunu görmek için pencere uzandığımda yüzümde tebessüm olşmasını sağlayabilecek bir saksı dolusu nedenim var. Aslında iki saksı dolusu neden satın aldım çiçekçiden ama menekşelerim penceremin önünde durmuyor şu ara. Onlarla ne yapacağıma daha tam karar veremedim. Önce bir bakım yapmam gerekiyor onlara, sonra penceremin önüne koyacam. Ondan sonra onların da fotoğrafını koyarım buraya.

Pazar, Nisan 09, 2006

Beklediğimize değmiş!

Geçen cumartesi "V for Vendetta" ya da bizdeki adıyla "V" vizyona girdi. Uzlaşmaş bir gelecek görüntüsü çizme iddiasında olan yapım, filmin hakkında ilk bilgileri aldımızdan beri büyük benzerlik göstereceğini ön gördüğümüz Orwell'in 1984 kitabına göre çok iyimser olamsına rağmen kalbimi feth etmesini bildi. Özellikle bazı sahne ve replikler çok etkileyiciydi. Kesinlikle tavsiye ederim, kaçırmayın.

Cumartesi, Nisan 08, 2006

Şimdi de burada...

MSN Spaces ve Yahoo! 360° den sonra şimdi de burada hayta iz düşmeye çalışacam. Umarım bu sefer başarabilirim:) Bu yüzden kısa vadede tanıdığım kimseye bu blogun adresini vermeyeceğim. (beta testerlar hariç :P) Eğer bu blog u bir şekilde, ben haber vermeden bulduysan izlennimlerini paylaşmana sevinirim.
Neyse uzun lafın kısası hadi başlayalım:)