Bir amca geldi, vapurun ne zaman kalkacağını sordu. Söyledim. Başka bir sırada oturuyordu, kalktı, yanıma geldi. Bir kadının poşetinde en olduğunu sorduğunu söyledi. Kadına "deli" dedi. Poşetinde "tek başına, maymunlarla birlikte yaşaması" gerektiğini söyleyen bir rapor olduğuyla ilgili ciddiyet seviyesini takip edemediğim bir şeyler söyledikten sonra Pendik'te oturduğunu ve evini karafatmaların bastığını söyledi. Bana "siz yabancı mısınız" dedi. "Evet" dedim. "Nereden geldiniz" dedi. "Ankara" dedim. Kendinin Anadolu coğrafyasından olmayan şivesi ve hareketlerindeki doğallık, içtenlik, ev sahipliği, onun İstanbullu olduğunu açıkça gösteriyordu. "Ankara'yı bilirim" dedi. "Bilir misiniz" diye cevap verdim. Bunu inanmadığım için değil, söylediklerini tam olarak anlayamadığım için yaptım. "Bilirim" diye tekrarladı. "Amcam, milletvekiliydi" dedi. "Yukarı Aydınlık'ta evleri vardı" diye ekledi. Sonra "amcam beni faytonla gezdirirdi, eskiden tramvay da vardı" diyerek Ankara anılarını canlandırdı.
1902 yılında Arnavutluk'dan göçmüşler Türkiye'ye. Dedesi Pendik'e yerleşmiş. Bir asrı aşkın süredir İstanbullularmış. Üzerinde hiç de yeni sayılmayacak gündelik kıyafetler ve ayağında ucuz bir spor ayakkabı vardı. Elinde poşeti, rahat bir şekilde oturuyordu bankın üzerinde ve o anda dünyadaki en doğal şeymiş gibi sohbet ediyordu benimle. Renkli olduğunu, yüzüne uzunca hiç bakamadığım için sadece zannettiğim gözlerinde, karısını bir sene önce kanserden kaybettiğini söylediği an dışında hep bir parlaklık vardı. O yaşıyordu ve hayat devam ediyordu. "Sizinkiler hayatta" mı diye sordu. hayatımda galiba ilk kez karşılaştığım bu soruya "evet" diye karşılık verdim. "Allah bağışlasın" dedi. "Allah cümlemize uzun ömür versin" cümlesini sonuna doğru sıkılan, sönümlenen bir şekilde sarf ettim. Sonra kendinin çocuğu olup olmadığını sordum. "Karıyı büyük aldık" dedi. Sonra yine tam olarak takip edemediğim ama karısının ablasının, karısını evden atması sırasında onu yanına alması anlamını çıkardığım bir şeyler söyledi. Ve ben söylediklerinden bir anlam çıkarmaya çalışırken, O Pendik'e geri döndü. Uzak olduğundan kısaca konuştuk. Aklı yine evine gitmiş olacak ki "bir otel bulsam" dedi. "Bir kaç ay kalsam yeter" diye de ekledi.
Amca'nın sürdürdüğü konuşmanın duraksadığına kanaat getirdiğim için ya da ona saygı duymaya başladığım için ben de tam bir konu açmaya hazırlanıyordum ki konuşmamızın neredeyse başından beri karşımızda oturan ketum bakışlı, kısa bıyıklı adam, vapurun kalkış saati yaklaşınca turnikelerin başına yolcuların üşüşmesiyle, bütün yerler boş olduğu halde kendi bankından kalktı ve bizim banka, amca ile benim arama oturdu. Benden rahatsız olduğuna eminim ama beni mi amcadan, amcayı mı benden yoksa geri kalan herkesi mi bizden koruyordu, onu anlayamadım.
1 yorum:
yazılarını okumak istedim,hoş kısa öyküler,sevdiğim gibi ama,uzun bir cümle dizisini paragrafsız takit etmek çok güç oluyor.sadece bir okur eleştirisi,tasarımda değişikliğe gidip daha rahat okunabilen bir tasarıma geçsen ben çok sevineceim ama tabi blog senin(:başarılar(:
Yorum Gönder